İncelemeniz için teşekkürler, emeğinize sağlık.
W. Somerset Maugham “Ay ve Altı Peni” eserini Paul Gauguin’in hayatından esinlenerek yazmış. Okuduktan sonra ressam hakkında araştırma yapmıştım merakıma yenik düşerek. Okumadıydanız tavsiye ederim.
Listeme aldım, teşekkür ederim
Karanlığın Yüreği
Joseph Conrad
-Ayna ayna söyle bana
Var mı dünyada benden daha güzeli?
-Yok tabi ki majesteleri.
Siz dünyanın en güzel ve en zeki varlığısınız.
Bu diyalog periyodik olarak tekrarlanmaktadır ve her defasında aynı soruya aynı cevap verilmektedir. Kraliçe güzelliğinden ve zekasından kendince emindir ama bir başkası tarafından bunun takdir edilmesini istemektedir. Aynanın verdiği cevaptan memnundur elbette ancak yine de bir kuşku içini kemirmektedir. Ayna yalan söylüyor olabilir hatta yalan söylediğinden emin olduğunu düşünmektedir kraliçe. Bu yüzden güzelliğini ve üstün vasıflarını görüp hayran olacak başkalarını aramaktadır. Ve beğenilmek için sarayın duvarları dışına çıkması gerekmektedir. Kraliçe gün gelir bir yolunu bulur ve sarayın dışına çıkar. Ve işte dünya…
Hayat nedir, insan nedir, güzellik nedir…? Bir sürü soru cevabını bulur. Ama kraliçe hiç memnun değildir bu cevaplardan. Kimse ona beklediği ve hak ettiği ilgiyi göstermemiştir. Büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Her tarafta güzellikten, estetik duygusundan, aklın ve zekanın erdemlerinden ve daha bir çok üstün vasıflardan habersiz bir vahşi hayat vardır ona göre. Bu yüzden bu hayata bir nizam vermek gerekiyordur ve yabanilikten medeniliğe, cehaletten erdemli bir yaşama geçirmek için kırbacı eline alır ve bir vahşi hayvan nasıl eğitilecekse öyle nizam verecektir bu dünyaya. Ve en sonunda kraliçenin güzelliğini ve eşsizliğini takdir edebilecek zihni ve bedeni meziyetler kazanacaklardır. Hesabı buydu kraliçenin.
Ancak günün sonunda majesteleri kendisinden daha güzel ve zeki birisi var mı yok mu diye çıktığı bu macerada kendisinden daha çirkin bir varlığın olmadığını farkedecektir. Bunu fark etmesiyle daha da acımasız bir hale sürüklenir ve artık geri dönüşü olmayan bir çılgınlık ve akıl hastalığına tutulmuştur. Bu dünyadaki bütün aynalar onu dünyanın en çirkin varlığı olarak yansıtır ve belki de aslında ayna ile kavga etmektedir. Bu çılgınlık romanda Kurtz karakteriyle temsil edilmektedir. Aynada kendi çirkinliğinin ne derece katlanılmaz olduğunu gören ve roman boyunca okura olup biteni anlatan Marlow karakteri ise çılgınlığa ramak kala bir yerde kalır ve kendi deyimi ile uçurumun kenarına kadar gider ve Kurtz’u orada görür. Marlow geriye yaşayıp gördüğü şeyleri anlatabilecek bir halden yoksun olarak döner. Kaldı ki anlatmaya kalksa bile kim anlardı onu? Roman ki aslında roman demeyelim bir anlatı diyelim, Marlow’un bir anlatma denemesinden öte bir şey değildir. Anlatılamaz olanı anlatmıştır bana göre. Bu yüzden çok başarılı bir anlatıdır.
She Dreams In Blood - Michael R. Fletcher - Obsidian Path #2
Harika bir kitap. 9/10
İlk kitabın üzerine koymuş, onda eksik hissettiğim yerleri doldurmuş, karakter gelişimini ve dünyayı genişletmiş, bir yandan bilgi verip diğer yandan daha fazlasını merak ettirmiş…
K’nın benliğini arayışı sürerken yaptığı seçimleri ve sonuçlarını bazen öfkeyle, bazen tiksintiyle, bazen de acımayla okumaya devam ediyoruz. Geçmişine dair daha çok şey öğrendikçe benim K.'ya karşı olan düşüncelerim yumuşamaya başladı. Evet şerefsiz, evet korkunç derecede bencil ve umursamaz biri ama bu hâlinin altında başka sebeplerin yatıyor olabileceğini görmeye başladık. Umarım dilimize çevrilir, grimdark seven herkesin en azından şans vermesi lazım. Son kitapta fena çuvallamazsa Kadim Kanunlar’ın rahatça önüne geçer benim gözümde. @isos81 Listene ekle bence.
She is rage and she is death. She is the nightmare. She is the devourer of worlds, the mother of damnation. She gave birth to the lie, consumed the last truth.
She is horror.
She is my god, and She Dreams in Blood.
Bu yorumun üstüne ekledim bile. Son kitabı ne zaman okuyacaksın?
Yetişirim dersen bir ay falan bekliyim dostum.
Haha, mümkün değil. Okuma hızım saatte 0 km şu anda.
Devam edelim bence de. %75’teyim şu an. Yarına bitiririm. Zaten akıyor kitap. Etkinlik olursa onu da beklerim gerçi. Kalabalık daha iyi olur. Yeni okuyacak arkadaşları harvest eder bölüşürüz aramızda.
Cennetin Çeşmeleri etkinliğini kastetmiştim, onu tamamlayalım bence önce, ne dersin?
Spoilerı açınca sesli güldüm, beklemiyordum.
@isos81 Biraz gaza dokunsan gelecek gerisi, daha bir sürü güzel ve merak uyandırıcı kitap var sırada.
Netflix programına alınan Afşin Kum kitaplarını Netflix’e gelmeden önce okuma girişimlerimden ikincisi. Fena başlamadı.
Olur hocam. Bana hepsi uyar. Cennetin Çeşmeleri’ni bir şey mani olmazsa 3 oturuşta bitirirsin bence. O kadar güzel akıcı bir kitap.
Başlığa yakışır bir şeyler de yazayım.
Ian Tregillis’ten Mekanik kitabını okuyorum. Güzel başladı. Kitap atmosfer olarak Machinarium oyunu havasında diyebilirim okuduğum kadarıyla.
Yıldız Güncesi’nden tanıdığım Ijon Tichy’nin tekil bir romanına denk gelince büyük bir heyecanla başladım. Bekletimi karşıladı mı yoksa karşılayamadı mı pek emin değilim. Konusu itibariyle ilginç ama Lem yer yer konudan ayrılıyor. Bunu hikayenin içinde kendisi de belirtiyor zaten. Bu da okuru kaybetmeye pek müsait bir sorun. Yine de kitap son sayfalara doğru merakı ve heyecanı arttırarak kitabı bitirmemi sağladı. Konusu ve Lem’in Yenilmez kitabına benzerliği nedeniyle 7 puanı haketti benden. Esas konudan uzaklaşmasaydı çok daha iyi olabilirdi.
Frank Herbert - Dune Sapkınları bitti.
Dune’ dan beri süregelen hikaye diğer kitaplarda olduğu gibi bu kitapta da hiç aksamadan doğal akışıyla devam ediyor. Herhangi bir olmamışlık duygusu yaşamıyorsunuz hikayeyi okurken.
Serinin sonuna vardık. Bekle beni Rahibeler Meclisi.
Sürgün Gezegeni
Yaşam şartları zor bir gezegen üzerinde, bir tarafta medeniyetinin altın çağını yaşamış ama zamanın eskittiği insanlar, diğer tarafta medeniyetin ilk çağlarını yaşayan insanlar… Le Guin, bu iki toplum üzerinden insanlık kavramını sorguladığı heyecanlı bir hikaye sunuyor. Tabi ki kadının toplumlar içerisinde oynadığı rollere de değinmeyi unutmuyor.
Yazarın yazım tarzını diğer yazarlara göre biraz daha ağır veya düşündürücü bulmuşumdur her zaman. Sanki yazar, bir paragrafı okurken durup düşünmemi gerekirse dönüp tekrar tekrar okumamı istermiş gibi hissederim. Sürgün gezegeni bende yine bu hissi oluşturmakla birlikte yazarın diğer kitaplarına göre daha kolay(doğru kelimeyi bu mu emin değilim) veya daha akıcı ilerliyor. Bununla birlikte yazarı merak edenler için en güzel başlangıç kitaplarından biri olabilir.
Herkese iyi okumalar dilerim.
- kitap harika bir yerde bitince 3. kitabı bekletmek olmaz deyip başladım okumaya. Her ne kadar ilk kitap görece zayıf kalsa da 2. kitap beklentiyi rahatlıkla karşılıyor. 3. kitabın da beklentiyi karşılayacağını düşünüyorum. Kanla, vahşetle başlayan bu hikaye hüzünle, gözyaşıyla bitecek gibi duruyor. Başlayalım okumaya.
Başlığımıza da bekleriz. The Obsidian Path Trilogy
DELİLİĞE ÖVGÜ - DESİDERİUS ERASMUS
Kitabı bitirdim. Ben pek felsefe kitapları sevmem, hatta başlarken de biraz tedirgin başladım ama kitap oldukça akıcıydı ve nasıl başlayıp bitti anlamadım bile. Çeviri olarak orijinal dilini okumadığım için pek bir şey diyemesem de normal bir okur gözüyle değerlendirirsem beğendiğimi söyleyebilirim, gözüme çarpan bir şey olmadı ve dipnotlar hoşuma gitti, hatta birkaç yerde daha olsa hiç fena olmazmış dedim ama başka okurlar tarafından belki de göz korkutur diye koymamıştır yayınevi diye düşünüyorum. Bunun dışında konu olarak deliliği(ahmaklığı) övüyor ve bunu yaparken insanı hem eğlendiriyor hem düşüncelere sevk ediyor. Din, siyaset, bilim, sanat gibi konuları da eğlenceli bir şekilde hiciv ediyor. Kısa bir kitap okumak isterseniz eğlenceli, insanı sıkmayan ve sıkmadan düşüncelere sevk eden bir kitap Deliliğe Övgü. Bu arada @ilydious 'un dediği gibi ahmaklığa övgü şeklinde okursanız daha anlamlı oluyor.
Beğenmenize çok sevindim. Mitoloji, din, edebiyat, tarih konularında aşırı fazla gönderme içeren bir kitap olsa da normal okunduğunda da keyif verici bir kitap olma özelliğine sahip. Tabii göndermeleri yakaladığınızda daha da keyifli oluyor. Ama her türlü mesajını okura ulaştırdığını düşünüyorum. Bana kalsa kitap dipnottan geçilmezdi, çünkü Erasmus nerdeyse her kurduğu cümlede bir şeylere atıfta bulunuyor. Ama anlam açısından gerçekten gerekli olanlar dışında çok bulandırmamaya çalıştım ve anlaşılacak şekilde ama anlamı kaybetmeden aktarmaya çabaladım.
Ben beğendim. Umarım başka kitapları da çevirirsin ve bizde keyifle okuruz. Aktı gitti kitap
Kara Kule : Calla’nın Kurtları
Kule yolculuğumuzun bir sonraki noktası hikayeler ile dolu Calla kasabası oluyor. Calla kasabası, her biri ayrı güzellikte ve sürükleyicilikte yazılmış ama tabi ki tek bir ana hikayeye, Kara Kule hikayesine,hizmet eden hikayeler ile dolu. Bu hikayeler, Kara Kule serisinde olduğumuz için olmazsa olmaz olan yeni ve farklı fantastik unsurlar içeriyor ve böylece tüm seri biraz daha zenginleşiyor. Ayrıca zaman,dünyalar ve olaylar iyice iç içe geçerek tesadüf ve rastgelelik doruğa çıkıyor. Ama söz konusu Kara Kule olunca tesadüf ve rastgele diye de bir şey yoktur.
Seri içerisinde sanırım en hızlı okuduğum kitap oldu. Belki de bu durum, kitabın serinin diğer kitaplarına göre daha fazla diyalog içermesinden ve benimde biraz daha diyalog odaklı bir okuyucu olmamdan kaynaklı olabilir. Sonuç olarak seri akıp gidiyor. Yıllar önce okumuşum gibi değilde ilk defa okuyormuşum gibi hissediyorum. Belki de gerçekten ilk defa anlıyorum.
Herkese iyi okumalar dilerim.