Kaf Dağında Demir Boru 2. Bölüm

Birinci Bölüm: Kafdağında Demir Boru

NOT: Yoğun argo ve cinsellik içerir.

2

İşten çıkalı yaklaşık iki saat oldu. Debriyaja basıp durmaktan ağrımış bacağımı sallayarak markete giriyorum. Belli belirsiz bir müzik marketin her yerinden aynı tonda duyuluyor. Çalan müzikler belli bir türe ait değil. Yalnızca zaman algısını yavaşlatması gerek. Girişteki manav bölümü karşılıyor beni. Rengarenk ve taze görünüm. Üzerine belirli aralıklarla su sıkılıp çürük olanları ayrılıyor. İnsanı evinde yani doğada hissettirmek için bir hamle. Bir ihtiyar gözüme ilişiyor. Domateslerin arkada olanlarına uzanmaya çalışıyor. Pazar alışverişlerinden kalan bir alışkanlık. Domateslerin hepsi aynı artık ihtiyar diyorum içimden. Hepsinin tadı bok gibi. İhtiyar kırmızı yuvarlak şeyden eline alıp bir süre inceliyor. Sağına soluna bakıp bir ısırıkla yutuveriyor. Yanına yaklaşıp BOM diye bağırıyorum. Altına sıçtığına eminim.

İlerleyip biraların sıralandığı soğuk dolabın önünde duruyorum. Çeşit çeşit biralar onları içmem için bekleşiyor. Siktiğimin şeyi çok pahalı. Eskisi kadar çok içemiyorum bu nedenle. Bu durum beni biraz daha seçici yapıyor. Eskiden sudan hallice ne bulursam içerdim. Artık bira beğenmemeye başladım. Lüks yaşamın boktan damak zevkine alışan orta sınıf olup çıkacağım bu gidişle. Aşağıda bulunanlara göz atarken kafasında komik beyaz bir şapkayla dört beş yaşlarındaki ufaklığın da biraları seyrettiğini görüyorum. Hşşt ister misin bir tane? Cevap vermeden yüzüme bakıyor. Rengarenk şişeler ilgisini çekmiş olmalı. Elindeki renkli bonibonları tek tek ağzına atıp yüzüme bakmaya devam ediyor. O bonibonları nasıl renkli yapıyorlar biliyor musun? Hayır anlamında kafasını sallıyor. Böcek bokundan. Yüzünü biraz ekşitiyor ama bu yemesine engel olmuyor. Eline iki tane alıp birini ağzına atıyor ve diğerini bana uzatıyor. Teşekkür edip ben de atıyorum ağzıma. Dışındaki kabuk çatlayıp içindeki çikolata ağzıma dağılıyor. Bok demek çok ayıp bir şey diyor çocuk. Ağzımda dolandırdığım bonibonun keyfine vararak evet anlamında kafamı yukarı aşağı sallıyorum. Tekrar biralara dönüyor yüzünü. Ben de aynısını yapıyorum. Dört filtresiz kapıp dolabın kapağını kapıyorum. Tam giderken çocuk birden aklına gelmiş gibi annem beni bugün yine dövdü diyor. Sinirle karışık bir hüzün çöküyor içime. Eğilip kulağına fısıldıyorum. Eğer annen bunu bir daha yaparsa ilerde seri katil olup ilk onu öldüreceğini söyle. O zaman dövmez mi? O zaman dövmez. Yüzünde gülümsemeyle bir bonibon daha atıyor ağzına. Ben tekrar doğrulurken kibirli yüzüyle annesinin çocuğa doğru geldiğini görüyorum. Ayağında topuklu ayakkabı ve üzerinde şişme beyaz bir mont. Tak tak tak. Bacaklarından başlayıp yukarı doğru süzüyorum. Giydiği dar kot bacaklarını daha da ortaya çıkarmış. Kalçası çok güzel bir kavisle birden genişliyor. Göğüsleri hala diri bir halde. Bu ufaklığın ilk ve tek çocuk olduğunu anlıyorum. Oğlanın elinden tutup hızla kendine doğru çekiyor. Kalçalarınız harika diyorum içimden. Akıllı çocuk diye çıkıyor ağzımdan. Cevap vermeden uzaklaşıyorlar. Çocuk bir ara arkaya dönüp el sallıyor. Kasaya gidip biraların parasını ödüyorum.

Biralar poşetin içinde çın çın ses çıkarıyor. Çınlamalarla dışarı adımlıyorum. Marketin otomatik açılan kapısının hemen yanında bir kedicik. Cılız bir miyav sesi. Marketin içeriden yansıyan ışığının pek ulaşmadığı bir noktada büzüşmüş oturuyor. Daha net görmek için yaklaşıyorum. Felaket çirkin. Zayıflıktan kalça kemikleri epey dışarı çıkmış, kaburgaları sayılıyor. Titriyor durduğu yerde. Etrafa bakıp annesini kontrol ediyorum. Kimse yok. Bir kez daha miyavlıyor ancak bu daha da cılız. Böyle giderse yarın sabahı görmez. Burada bekle deyip tekrar markete giriyorum. On dakika sonra yanına gittiğimde artık miyavlamıyor. İçimi büyük bir sıkıntı kaplıyor. Gözlerim kızarıyor. Yanına iyice yaklaşıp hafifçe dürtüyorum. Mırıldıyor. Aklımı aldın piç kurusu diyorum gülerek. Gözümden bir yaş dayanamayıp yere düşüyor bu sırada. Poşetleri karıştırıp dilimlenmiş salamı, ekmeği ve sonradan aldığım birayı çıkarıyorum. Birkaç metre ilerde kör bir sigarayı tüttüren yaşlı dilencinin yanına gidiyor ve malzemeleri bırakıyorum. İhtiyar sağ ol anlamında kafasını sallıyor. Önemli değil anlamında bir şeyler sayıyorum. Kediciği avucumun içine alıyorum. Tek elime sığıyor ufak şey. Arabaya atlıyorum.

Komşum orospu çocuğu geçen gün taşındı. Artık pek ses olmuyor “apartıman”da. Eve girip bir kabın içinde mama hazırlıyorum. Yumurta ve süt karışınca kusmuk gibi oluyor ama kedicik memnun. Biberonla besliyorum. Cıp cıp cıp. Avucumun içinde usulca emiyor sahte memeyi. Hırıltılar çıkarıyor. Mutlu. İyice doyduğundan emin olduktan sonra suyu ılıştırıyorum. Tanrım! Kedi babası oldum şimdi de. Giderek yumuşadığımı hissediyorum. İbneleştim sanki. Kedicik suyun içine girince huzursuz oluyor. Evde bok kokusuyla dolaşamazsın. Ilık suyun içinde biraz çırpınıyor ama kaçamayacağının farkında. Patilerini ovalıyorum. Kafasından aşağı suyu nazikçe döküyorum. Sıçana benziyor tüyleri ıslanınca. İyice temizlendiğinden emin olduktan sonra havluyla kuruluyorum. Hala çirkin. Kedilere ne isim konur? Boncuk,nazar, minnoş, ponçik… Bonjovi diyorum. Senin adın Bonjovi. Kulağına eğilip üç kez fısıldıyorum. Bonjovi, Bonjovi, Bonjovi. Ne yapıyorsun amına koyayım der gibi bakıyor yüzüme. Biraz elime sürtündükten sonra bacağımdan tutunarak aşağı iniyor. Hazırladığım mama ve su kabının yanındaki yatağına yerleşip uyumaya başlıyor. Akıllı Bonjovi.

Pek iştahım yok. Biralardan birisini hızlıca dikiyorum kafama. İkinciyi açarken aklıma geliyor. Hafta sonu nasıl sıçtığımı anımsayıp telefona sarılıyorum. Kızlar sever kedileri. Tabii ya. Kafedeki götlüğümden sonra konuşmadık edebiyat güzeliyle. Arayı tekrar kurabilmek için günlerdir bir yol düşünüyordum. Sağda solda gördüğü her kediye AYYY diyerek yaklaşınca etraftaki insanların bakışlarından sinirlensem de idare ediyordum. Seni eve aldık, besledik, yıkadık. Biraz da sen bizim işimizi gör deyip bir fotoğrafını çekiyorum Bonjovi’nin. Onun umurunda değil.

Bu kızla evlenebilirim sanırım. Ciddi düşünüyorum mu deniyordu ona? Ondan işte. Onunlayken kafamdaki filler ve karıncalar arasında bir barış antlaşması imzalanıyor sanki. Bir kuş usulca bir dala yerleşiyor. Dal incinmeden çok az aşağı gerilip tekrar eski haline dönüyor. Bu babamın beni dövdüğü oklavanın yapıldığı ağaç değil. Huzurlu bir ağaç. Kimseye kötülüğü dokunmamış, altında sevişenlerin ya da elmasından yiyenlerin lanetlenmediği bir ağaç. Ayrıca saçlarım beyazlamadan birilerini bulmam gerek artık. Herkes gibi taksit falan öderim. Çocuğumuza boktan kutlamalar yaparız. İlk kelimesini söyleme partisi, ilk adım partisi, okuma yazmayı sökme partisi, ilk aşık olma partisi ya da ilk otuz bir partisi. Her şeyine parti yaparız. Eve geldiğimde sessizlikten kafayı yemem böylece. Her sabah poğaça da yemekten bıktım. O gün hıyarlık etmeseydim şimdi ne güzel olurdu. Sanırım özledim de.

WhatsApp’da aşağılara inip adını buluyorum. Profil resmini değiştirmiş. Resme basıp büyütüyorum. Dördüncü bira ne zaman bitti? Hızla şişeleri sallıyorum. Hepsi boş. Şişeler birbirine çarpıp bir tanesini masadan aşağı yuvarlıyor. Şişe yavaş çekimde düşüyor. Bir şeyler başımı döndürüyor. Giderek yükselen bir öfke, mide bulantısı, baş dönmesi, beynimdeki sikik bir kaç hormonun artışı, kalp atışlarımda dengesiz bir hızlanma, kaslarımda hafif gerginlik. Şişe kırılmıyor ama çıkan tiz sesle Bonjovi yerinden fırlıyor. Siktir, siktir, SİKTİR! Profilde bir oğlanla ellerini kalp gibi saçma bir şey yapmışlar. Kahretsin! Çok mutlu görünüyorlar. Biletimin kesildiğini, kalemimin kırıldığını anlıyorum. Kafama sokayım! Kız başkasını bulmuş bile. Ama kaç gün? Kaç gün geçti buluşmamızdan? Bu kadar çabuk nasıl güvenip, bağlanıp… Benim yüzümden. Hayır değil. O gece adam gibi davranmalıydım. İyi de bu kadar çabuk mu harcanır insan? İnsan mı? Ben yani. Şu anda bir bira için neler vermezdim. Oda küçülmeye başlıyor ya da eşyalar büyüyor ya da ben ufalıyorum. Bonjovi kocaman olmuş! Yatağına sığmıyor. Her şey üst üste binmeye başlıyor. Siktiğimin evi yakında içine sığamayıp patlayacak. Nefesim daralıyor. Hızla alıp veriyorum boğucu havayı. İşe yaramıyor ama. Ondan geriye sayarak solumaya çalışıyorum. Sayılar birbirine giriyor. Kaçınca solukta olduğumu aklımda tutamıyorum. Ağlamak istiyorum ama faydasız. Duvara sağlam bir yumruk indiriyorum. Elimin içinde bir şeyler yamuluyor. Yine de fiziksel acı iyi geliyor. Somut bir hal alıyor hislerim. Anahtarlarıma bakınıyorum. Cebimde varlığını seziyorum o sırada. Biraz daha kalırsam giderek büyüyen eşyaların arasında sıkışıp parçalanacağım. Dışarı çıkıyorum.

Bu halde araba sürmek mümkün değil. Sokak lambalarının dükkanların yarı inmiş kepenklerinden dışarı sızan ışıkla karıştığı sokakta yürüyorum. Hava daha soğuk. İnsanlar sağımdan solumdan altımdan üstümden geçip gidiyorlar. Yüzüme çarpan sigara dumanının içinden çıkıp güzel bir kadın görüyorum. Aklıma sigara geliyor. Paketten sigara çıkarırken kadına çarpıyorum. Çakmağınız var mıydı? Cebinden huzursuzca bir çakmak çıkarıyor. Çakmağı yakıyorum ancak bir türlü sigarayı tutturamıyorum. Kadın sarhoş olduğumu anlıyor. Yüzünde tiksinti bir ifade ile bakıyor. Sigaradan derin bir nefes alıp yüzüne üflüyorum. Orospu çocuğu deyip hızla uzaklaşıyor. İki genç çocuk bunu duyup ters ters bakıyorlar yüzüme. Endişelenmeyin çocuklar. Karım o benim. Geçen gece komşumla yatakta bastım. Ama affettim onu. Çocukların yüzü değişiyor. Garip bir ifadeyle bu sefer kadına bakıyorlar. Kadın arkası dönük hızla yürürken kalçasının kıvrımları bir belirip bir kayboluyor. Yürümeye devam ediyorum. El ele gezinen sevgililer dolanıyor etrafta. Ellerini saçma, kalp gibi bir şey yapmışlardı. Mutlu görünüyorlardı. Adımlarımı hızlandırıyorum. Yanında huzur buluyordum. Evlenecektim onunla. Kafamdaki filler ve karıncalar barış imzalıyordu. Eve geldiğimde gülerek kapıyı açacaktı. Geceleri kabus görmezdim artık. Köşeden dönüp daha kalabalık bir caddeye çıkıyorum. İnsanlar burada da mutlu. İnsanlar burada da mutsuz. Bir yerden bir yere giden bir sürü canlı. Tıslayarak yaklaşan bir halk otobüsü görüyorum. Üstündeki sarı yazı bir şeyleri anımsatıyor. Durakta durup kapıyı açıyor. Koşuyorum ve son anda atlıyorum içeri. Şoförle göz göze geliyoruz. O da sarhoş olduğumu anlıyor. Düzenin dışında olunca hemen fişleniyorsun. Güvenilmez, tedirgin ve geceleri yalnızlığını bastırmak için içip içip yatağa kendini fırlatan itin teki olduğumu anlıyor. Ağlarken hiç de tatlı görünmediğimi biliyor. Geceleri çığlık atarak uyandığımı. Kısacık bir bakışta çıkarıyor bunların hepsini. Otobüsün hala hareket etmemesi içeridekileri huzursuz ediyor. Şoför boğazını temizler gibi yapıp elime işaret ediyor. Siktiğimin sigarasını atacak mısın diye sormanın sessiz bir yolu bu. Dışarı fırlatıyorum ve kapıyı kapatıyor.

Yarım saat kadar süren yolculuk sırasında ayakta bekliyorum. Duran, hareket eden, eski insanların inip yeni insanların bindiği bir kutu bu. Çeşit çeşit insan girip çıkıyor kutuya. İleri geri hareket ederek sonunda ben de bir durakta iniyorum. Otobüs tıslayarak yoluna devam ediyor. Yeni insanlar avlamak için. Karşıdaki bara bakıyorum. Yola aniden atlayınca bir kaç araba sert fren yaparak duruyor. Bana vurmasına az kala duran arabadaki adam bir şeyler bağırıyor ama kapalı camların ardına ulaşmıyor sesi. Ön cama öfkeli tükürükler fırlatıyor. Sallanarak bardan içeri adımlıyorum.

Burayı tanıyorum. Gözlerimle etrafı tarayıp görmek istediğim yüzü bulmaya çalışıyorum. Barın arka tarafında kalabalık bir grubun ortasında bir an göz göze geliyoruz. O da beni görünce kalabalığı yarıp ilerliyor. İşte gerçek bir devrimci! Kollarını açmış neşeyle sarılıyor. Diğer insanlar gerçek devrimciye dönüp bakıyor. Aralarındaki güzel kızların yerini belirliyorum. Napolyon diyorlar ona. Neden Napolyon olduğuna dair fikrim yok. Büyük şair olduğunu söylüyorlar. Şiirden anlamıyorum. Herhalde bununla alakalı. Sakalı çok seyrek. Cılız bir şey. Çenesi sonradan kenarlarından törpülenmiş gibi sivri. Saçı her zaman dağınık. Gözleri kısık sürekli. Üzerinde yaz kış demeden giydiği yeşil bir palto var. Sarılırken puro, esrar ve alkol kokusu burnuma doluyor. İyi ki geldin diyor. Bugün önemli bir toplantı yapacağız. Dostlarımız yavaş yavaş geliyor. Başlamasına bir saat var daha. Evrensel barışı sağlamak adına ciddi şeyler düşünüyoruz. Küba’dan da dostlarımız var. Köşede oturmuş sohbet eden saçı sakalı karışmış herifi işaret ediyor. Tüm bunları dinlerken kafa sallıyorum. Fırsat bulduğum bir ara söze karışıp “Napolyon sıçmış durumdayım. Çok kötü hissediyorum kendimi.” diyorum. Meraklanma dostum. Hepimiz kötü durumdayız. Bu adaletsiz dünyada kim iyi ki? Evet Napolyon adaletsiz değil mi? Seni anlıyorum dostum. Hadi bir şeyler iç. Beraber kalabalığın arasına giriyoruz. Sağda solda birasını yudumlayan ikili üçlü gruplar halinde insanlar var. Bir süre bakınıp iki kızı gözüme kestiriyorum. Napolyon etik derken kızların yanına yürüyorum. Elimdeki nereden geldiğini bilmediğim viskiyi dikip yenisini alıyorum garsonun taşıdığı tepsiden. Kızlar gelişime aldırmamış gibi devam ediyorlar konuşmaya. Esrardan ve sağlıksız beslenmekten yüzleri çökmüş. Göğüsleri tahta gibi. Bir tanesinin her yerinde metal var. Sağlam bir mıknatısla karşılaşsa çivilenip kalacağından eminim. Yüzlerini pek ayırt edemiyorum. Umursamıyorum da. Sarhoşken her kadın güzel geliyor. İçimdeki hüznün öfkeli bir azgınlığa dönüştüğünü evden dışarı ilk adım atışımda fark etmiştim. Her şey seks objesi gibi görünüyor gözüme. Ne dediklerini anlayamıyorum. Üçüncü bir bardak kapıyorum garsondan. Bu sefer votka çıkıyor şansıma. Garsonun kolundan tutuyorum kaçmasın diye. Votkayı dikip dördüncü bardağı alıyorum. Garson silkinip kurtarıyor kendini. Kızlar garip garip bakıyor yüzüme. Sesleri tam çıkmıyor sanki. Gürültülü bir ses geliyor yalnızca kulağıma. Kahkahalar, ciddi sesler, hüzünlü sesler ve seksi sesler. Civardaki üniversiteli elemanların kızları yatağa atmak için bahsettiği sözleri tekrarlıyorum. Kelimelerim cümleye dönüşmüyor ama. Dostoyevski, bin dokuz yüz seksen dört, Kafka, Fars edebiyatı gibisinden şeyler sıçıyorum ortalığa. Kızlardan birisi hafifçe gülümsüyor. Cesaret edip iyice yanına sokuluyorum. Elimi beline dolayınca, daha doğrusu kalçasına, hafif bir çığlık atıp tokatı basıyor. Hafif sarsılıyorum ama ayaktayım. Ağlayacak gibi oluyorum. Çevremizdeki herkes dönüp bakıyor. Utanmış haldeyim ancak çıkıp gidemiyorum. Napolyon koşarak yanıma geliyor. Napolyon çok kötü durumdayım. Kızgın bir şekilde cüzdanından çıkardığı kartvizitin üstüne bir şeyler karalıyor. Bak dostum. Burası öyle bir yer değil. Her şeyi berbat edeceksin. Burada herkes kutsal bir dava için gelmiş durumda. Beni utandırıyorsun. Çok içmişsin ayrıca. Ayakta duracak halin yok. Kartviziti elime tutuşturuyor. Buraya git. Biraz toparla kendini. İyi hissedersen sabaha kadar buradayız. Ama geldiğinde rezalet istemiyorum. Tamam anlamında kafamı sallayıp son kez bakıyorum kıza. Göz ucuyla boka bakar gibi beni süzüp arkadaşına dönüyor. Dışarı çıkıp taksi çeviriyorum. Taksiciye kartviziti uzatıyorum. Adresi okuyup tekrar veriyor. Gözümün önünde her şey dönüyor. Işıklar birbirine karışıyor. Yolların nereye çıktığını kestiremiyorum. Taksici çok giydirmese diye geçiriyorum içimden. Gözlerim yavaşça kapanıyor ancak ayık durmakta ısrarcıyım. Sabah tek böbrekle ya da genişlemiş bir delikle ormanın içinde uyanmaya niyetim yok.

Taksi duruyor bir yerde. İnerken yere yuvarlanıyorum. Taksici söverek arabadan iniyor ve cüzdanımdan iki kağıt parçası alıp gazlıyor. Koduğumun hırsızı diye bağırıyorum ardından. Sesimi duymadığına memnunum. Ya da duyup aldırmadığına. Sağlam dayak yiyebilirim bu halde. Etrafta kimse yok. Issız bir arka sokak burası. Uyuz bir köpek köşede sızmış adamın dibine çökmüş beni izliyor. Bir süre bakışıyoruz köpekle. Zorla kalkıp kör sarı lambanın aydınlattığı boyası dökük kapıdan içeri gidiyorum.

İki yanı mor ışıklarla süslenmiş bir merdiven karşılıyor beni. Merdivenin tepesinde ise iri kıyım bir herif kapıyı tutuyor. Neredeyse emekleyerek çıkıyorum. Adam tipimden hoşlanmamış gibi. İğrenç bir gülümseme atıyorum adama. Tam yanına ulaştığımda tekmeyi basıp gerisin geri yuvarlayacak sanki. Sisifos olacağım. Edebiyat güzeli anlatmıştı bunu. Yeniden aklıma geliyor. Sanki hiç çıktı da. Ellerini bir şey yapmışlardı kalp gibi saçma. Mutlu görünüyorlardı. Midem bulanıyor. Başımda İsa’nın tacı var sanki. İri kıyımın yanından sürünürken neredeyse kusacak oluyorum. Midemden yükselen ekşi tadı ve ağzımda biriken tükürüğü zorla yutuyorum. Kapıyı açarken yardım etmiyor göt herif. İçeri girene kadar göz ucuyla süzüyor beni.

Kafamı sallayıp kendimi toparlamaya çalışıyorum. Girdiğim yeri anlamaya başlıyorum. Bir genelev. Ortadaki büyük salon gibi bir yerdeyim. Arabeskvari sikik bir şey çalıyor. Merdivenler kadar mor burası da. Kırmızı, yeşil, mavi renklerle daha da berbat halde ama. Yaşlı bir kadın yüzünde bin yıldır değiştirmediği profesyonel bir gülümsemeyle yaklaşıyor. Bu sahte gülümsemeyi o kadar benimsemiş ki gerçekten gülmeyi yıllar önce unutmuş. Ya da artık hatırlamak istemiyor. Yüzündeki boya katmanının altında ne olduğu belli olmuyor. Kırışıklarına birikmiş boyayı görebiliyorsunuz. Ölümü unutmak için binlerce kimyasal. Gözlerinin kenarında belki on farklı boya var. Boynuna beyaz tüy gibi bir şey dolamış. Altındaki boylu boyunca kesik pek seçilmiyor. Hoş geldin sevgilim! Beni kocaman göğüslerinin arasına alıyor. Yağ fıçısına düşmüş gibiyim. Yumuşaklığı hoşuma gidiyor. Orada uyuyup kalmak istiyorum. Birbirine karışmış parfümlerin, dumanların, içkilerin arasında bir cennetteyim. Benim hak ettiğim cennet bu. Kafamı bastırdığı göğüslerinin arasında sürtünüp duruyorum. Bütünleşmek istiyorum. Kolları çevremde sarmaşık gibi dolanıyor. Ben de ona sarılıyorum. Sıkıyorum ve kendime doğru iyice çekiyorum. Yüzüme bulaşan makyaja aldırmadan göğüslerini öpüyorum. Büyük bir kahkaha patlatıyor. Kızlar! Bu herif fena halde. Arkadan birileri kikirdiyor. O sıra başkalarının da olduğu aklıma geliyor. Hafif utanmış, geriye çekiliyorum. Cebimden Napolyon’un verdiği kartviziti çıkarıp uzatıyorum. Kartvizitin arkasındaki notu okuyor. “Dostum Bay T…’ye iyi bakın. –Napolyon” Çözemediğim bir duygu saniyelik belirip geçiyor yüzünden. Neşeyle arkaya sesleniyor. Kızlar! Beyefendiyle ilgilenin. Özel bir konuğumuz. Paranız var değil mi sevgilim? Evet anlamında kafamı sallıyorum.

Dumanların arasında köşelerde sızmış adamlar var. Yanlarında onlar kadar kederli görünen kızlar kravatlarıyla uğraşıp, ellerini adamların şeyleri üstünde gezdiriyorlar. Adamlar da boş durmuyor elbette. Karılarından, patronlarından şikayet ederken kızların kalçalarını, bacaklarını okşuyor. Hemen yanlarındaki bardakları bir dikişte hiç ediyorlar. Kızlar bardağın boşaldığını görünce birden canlanıp sürekli dolaşan bir kıza el ediyor. Bardak hemen doluyor. Bir tanesi ağlamaklı kafasını kızın dizine koymuş bilinçsizce öpüyor. O kadar duman altı ki öksürüyorum. Midem tekrar ağzıma gelecek oluyor. İki şen kız yanıma yaklaşıyor o sırada. Birisi beyaz tenli, saçları sahte sarı. Kaşları yok. Daha doğrusu bir şey çizmiş kaşlarının yerine. Boyu bana yakın. Elimden tutuyor ve beline doğru çekiyor. Diğeri daha kısa boylu ve buğday tenli. Göğüs uçları elbisesinin altından belli oluyor. O da diğer elime bir bardak tutuşturuyor. Dikiyorum kafama. Ucuz bir içki ama fark etmez. Kızlar vücudumu keşfediyorlar ayakta. Bilinmeyenlerime iniyorlar. Yaşlı kadının yani mamanın köşede bir kızın yanına ilerlediğini görüyorum zorla açtığım gözlerimle. Kız karanlıkta kaldığı için yüzünü ve vücudunu tam çıkaramıyorum. Mama ortaya, bana doğru itiyor kızı. Üç kız… burada beni donuma kadar soyacaklar. Her iki anlamda da.

Kız karanlıktan aydınlığa doğru ilerliyor. Derin bir nefes çektiği sigarası beliriyor önce. Kırmızı rujundan bir iz izmaritin üzerinde kalıyor. Dumanların arasında, yüzü solgun ve yorgun ancak karanlıktan aydınlığa doğru geçiş yaparken her adımında kötü taraflarından birisini mutlulukla takas ediyor. Solgun yüzüne renk geliyor ve gözleri canlanıyor. Mama gibi profesyonel bir gülümseme yerleşiyor yüzüne. Duman iki yana açılıp ona yol veriyor. Diğer iki kız dört elden vücuduma dokunuyor. Karanlıklardan gelen kız giderek yaklaşıyor. Artık tamamen gülümser halde. Beyaz tenine zıt simsiyah saçları ve kısık gözleri var. Nefesim kesilecek gibi oluyor. Hayal ve gerçeğin birbirine girdiğini seziyorum. Yüzü birden değişip edebiyat güzeli oluyor. Korkuyla kafamı sallıyorum. O yapay gülümsemeyle elini kalp gibi saçma bir şey yapmış yaklaşıyor edebiyat güzeli. Kahkaha atmaya başlıyor. Hızla nefes alıp veriyorum. Diğer kızlar daha da sarılıyor. Dibe batıyorum sanki. Kızlardan birine dönüyorum. Kafası kocaman bir televizyon olmuş! Boyuna reklamlar dönüyor yüzünde. İndirimler, yeni çıkan bir otomobil, bir şampuan reklamı. Kaçmak istiyorum ancak ayaklarımda kablo gibi bir şeyler var. Usulca hareket edip bacaklarıma doğru ilerliyor. Bağırmak isterken boğazımdan içeri ne olduğunu anlamadığım bir içki süzülüyor. Televizyon kafaya vurup parçalamak istiyorum. Elimi zorla kaldırdığım anda elimi kavrıyor diğer kız. Dönüp bakıyorum. Annemin yüzü bu! Üç kız sarıyor etrafımı. Edebiyat güzeli, televizyon kafa ve annem. Çırpınıyorum ancak çok güçlüler. Kilitlenmiş bir haldeyim. Kımıldayamıyorum. Kollarının arasında beni merdivenlere götürüyorlar. Yukarıdaki odalara doğru ilerliyoruz. Ayaklarım birbirine dolanıyor. Herkes kahkaha atıyor sürekli. Kulaklarımı tırmalıyor kahkahaları. Anne lütfen diyorum. Hşşş deyip bir öpücük konduruyor yanağıma. Televizyon kafa haberleri sunmaya başlıyor. Birileri birilerine bağırıyor kürsü gibi bir yerden. Çok öfkeli diye geçiriyorum içimden. Televizyondaki adam birden aç bir kurda dönüyor. Ağzının kenarlarından kan damlıyor. Takım elbiseli ve kravatlı bir kurt. Kamera yön değiştiriyor ve bir sürü aç kurt bağırışıp duruyor ekranda. Birbirlerini parçalamaya başlıyorlar. Uluyorlar bir yandan da. Edebiyat güzeli elimden tutuyor. Bir kapıyı açıp içeri sokuyorlar beni. Hala gülüyor hepsi. Çıkıp gitmek istiyorum ancak faydasız. Annem hızlıca itip yatağa fırlatıyor. Edebiyat güzeli ve televizyon kafa üzerimi çıkarıyor. Yatakta bana doğru ilerliyor üçü de. Lütfen lütfen diye bağırıyorum. Sesim çıkmıyor. Tavana bakıyorum olanları görmemek için. Tavanda kocaman bir delik var. Bir sürü çocuk bana gülüyor. İlkokuldaki çocuklar bunlar. Beni işaret ediyor hepsi. Gözlerimi kapıyorum. Karanlık daha da korkunç. Babam bağırarak yaklaşıyor. Aptal herif! Bir bok olmaz senden. Aptal herif! Aptal herif! APTAL! Ağlamak istiyorum ve sanırım ağlıyorum.

Birden tüm renkler değişiyor. Tüm görüntü ve sesler. Açık bir gökyüzü, yeşil kırlar, rengarenk kelebekler ve tatlı bir rüzgar. Esinti beni öpüp uzaklaşıyor. Ardından koşuyorum. Kelebekler de benimle beraber. Çeşitli meyve ağaçlarının arasından geçiyoruz. Kelebekler tatlı seslerle: Haydi bir tane al. Bir şeftali koparıyorum ağaçtan. Tatlı ve sulu bir şeftali. Ağzımın içinde dağılıveriyor. Tadı çok güzel. Yedikçe yiyorum. Çok güzel değil mi? Kafa sallıyorum. Harika! Devam et. Devam et! İşte böyle! Biraz daha ye. Bir tavşan zıplayarak bir deliğin içine giriyor. Ben de ardından girmek için koşuyorum ancak deliği kapatıveriyor. Hayır olmaz diyor kelebekler. Peki deyip elimdeki şeftaliyi ısırmaya devam ediyorum. Suyu ağzımın kenarlarından akıyor. Neredeyim ben? Şimdi boş ver bunu. Rahatla biraz. Çok gerginsin. Korkuyorum ama. Neyden korkuyorsun? Çok kötü şeyler gördüm. Geçti hepsi. Kollarını uzat. Kelebekler kollarımın etrafında uçuşuyor. Gülüşüyorlar hep birden ama bu rahatsız edici bir gülüş değil. Rahatlıyorum. Bir yerlerden başka meyveler getiriyorlar. Hepsinden ye. İşte böyle. Akıllı çocuk. Ağzımda bir sürü lezzet karışıp duruyor. Gitmeyin bir yere olur mu? Merak etme biz buradayız. Kurtarın beni. Kurtaracağız. Çok kötü şeyler gördüm. Çok kötü. Çok kötü. Gülüyorlar. Ben de onlara katılıyorum. Yarılana kadar gülüyoruz. Kahkahalarımıza ağaçlar da katılıyor. Bir yerlerden kuşlar geliyor. Tatlı seslerle bana sesleniyorlar. Evet! Çok güzel! İşte böyle… evet… evet… evet… Çok uzaklarda iki koca dağ dikkatimi çekiyor. Heybetlerine hayran kalıyorum. Tepelerinde kar var. Büyüleyici. Dağların ardına gitmek istiyorum. Kuşlar kollarımın altına giriveriyor hemen. Ayaklarım yerden kesiliyor. Dağlara doğru uçmaya başlıyoruz. Kelebekler ağzıma meyveler tıkmakla meşgul. Güzel değil mi? Ye hepsini. Akıllı çocuk. Evet… evet… evet… Harikasın! Dağlara doğru bazen hızlanıp bazen yavaşlayarak ilerliyoruz. Çok güzel burası. Beni bırakmayacaksınız asla değil mi? Merak etme biz hep seninleyiz. Çok güzel. Çok güzel. Biz dağa yaklaşırken derinden bir ses geliyor. Geliyor! Geliyor! diye bağırıyor hepsi. Ne geliyor diyorum. Cevap vermiyorlar. Geliyor! Geliyor! ve dağların arasından koca dalgalar sağa sola çarpa çarpa ilerliyor. Son hız dalgalara yaklaşıyoruz. Kahkaha atmaya devam ediyorlar. Bağırıyorum. Evet. Evet. EVET! Suyun içine hep birlikte karışıyoruz.

Gürkan Sadece

2 Beğeni

Merhaba @ulu.kasvet , @Senaa

Kaf Dağında Demir Boru için ikinci bölümü tamamladım. Umarım beğenirsiniz.

Süperrr, okuyacağım en kısa sürede :slight_smile:

1 Beğeni

Selamlar @gurkansadece,

Öykünüz yine aktı gitti :slight_smile: Emeğinize sağlık. İkinci bölümü bu kadar kısa sürede yazmanızı beklemiyordum, hatta bizi etiketleyerek yazmanızı hiç beklemiyordum, bugün bana güzel bir sürpriz oldu diyebilirim. Sağolun. :sweat_smile:

İlk bölümdeki yorumumda karakterin ismini sormuştum, buradaki kartvizit notu ile Bay T… kısmı kadar öğrenebilmiş oldum, ona da teşekkürler. :slight_smile:

Bu öykünün finali diğer öyküye göre daha naif kaldı diyebilirim. Ayrıca komşunun ahından mıdır nedendir, edebiyatçı kızın bir profil fotosuyla düşecek kadar karakterimiz de ters köşe yaptı. Gerçi karakter zaten gayet gel git’li, o yüzden bu kez şiddete başvurmamış halini görmek veya aşk (bence biyolojik saatin başına vurması) yüzünden dibe çökmesini okumak da şaşırtmadı. :slight_smile:

Ben bu seriyi gayet sevdim, tekrar kaleminize sağlık.

Sevgiler,

Sena

1 Beğeni

İkinci bölüm epey zorladı beni. Karakteri uzun zaman önce yazıp bitirdiğim için tekrar onun üzerine düşünmek ve karaktere uygun bir imaj çizmek için epey çabaladım.

İsim konusunda çok gel git yaşadım. Olsun mu olmasın mı diye ancak karakterin daha somut olması için bir yandan da gerekiyordu. Tavsiyeniz için sağolun. :slight_smile:

Aslında bölüm daha uzundu ancak olaylar çok sıkışmış olacaktı o nedenle ikinci bölümü burada bitirdim. Hala devam etse miydi diye düşünmüyor değilim ama.

Yorumunuz için çok teşekkürler. :slight_smile:

1 Beğeni

Hep birlikte raftan indirip, güzelce tozunu aldık karakterin. İyi de oldu yeniden can vermeniz bence. Evet, daha uzayacak gibi de duruyordu bu arada yine devamı gelir belki. :slight_smile:

Not: Eliyle kalp yapıp profil fotosu koyan kızı da kovalamasın artık, daha çok serserilik, daha çok bela olsun, evlenirse sürprizi kalmaz hayatının çünkü :laughing:

Sevgiler,

Sena

1 Beğeni

@gurkansadece Selam,

Fena bad trip yaşatmışsın. Ot suluyla karışmaz, uçar gider kafa, mahvolursun usta. Aman diyim. :sweat_smile: Kalemine sağlık. Yine beğendim ben, güzeldi. Biraz mistisizm uzamış yalnız. İlk bölümün daha ayakları yere basıyordu. Ne zaman bitecek bu kâbus diye bekledim. Bir de Bomonti filtresiz çok gazlı geliyor. Efes Malt favorim şu aralar. İyi dayandı, kusmadı ama dört biraya zom oldu anlatıcımız. :sweat_smile:

Benim bad trip deneyimim için de şuraya beklerim. :point_down: Görüşürüz. :wave:

2 Beğeni

Selam @ulu.kasvet,

Öyküyü ilk yazarken, birinci bölüm yani, devamını getirmek aklımda yoktu. O nedenle bu bölüm biraz sağını solunu toparlamaya çalıştım. İlk bölümün netlik ve temel öğeleri zayıf kaldı biraz bu nedenle. Bir de uzun zaman sonra yazınca karakteri tekrar kafamda canlandırmam zor oldu.

Biradan değil de sonradan karışanlarla zomlaştı daha çok.
Efes Malt güzel evet. :slight_smile:

Görüşürüz :slight_smile: