Birinci Bölüm: Kafdağında Demir Boru
İkinci Bölüm: Kaf Dağında Demir Boru 2. Bölüm
NOT: Hayatla aynı üretim bandından çıktığı için eser miktarda argo içerebilir.
Gözlerimi açtığımda Da Vinci’nin şu kollarını ve bacaklarını açmış adam resmindeki gibi bir haldeyim. Biraz farklı ama. İki yanımda ve bir tanesi de tam aletimin üzerinde uyuyan üç kız. Uzaktan bakınca zorla seviştirilmek için eli kolu bağlanmış gibi duruyor olmalıyım. İki saat kadar uyumuşum. Kafamın içinde on saat boyunca ardı ardına Türk dizisi izlenmiş gibi. Patlıyor yani. Ve felaket ağrıyor. Kızları uyandırmamak için yavaşça hareket edip ayağa kalkmaya çalışıyorum. Bacaklarımın arasındaki kız da uyanıyor bu sırada. Aletim patronundan avans isteyecek eleman gibi boynu bükük usulca duruyor. Ayağa kalkıp prezervatifi çıkarıyorum. Bir an kafamda içindeki biriken sıvıyı şifalı şampuan diye satmak geliyor. “Düzenli kullanımda zayıflamış kılların geri kazanımını sağlar.” Bir kelin benim spermimle kafasını ovuşturması ihtimalini düşününce vazgeçiyorum bundan. Kondomun ağzını düğümleyip pantolonumun cebine atıyorum. O sırada uyanmış, sigara yakan kız sesleniyor. Burada olmaz öyle şeyler. Nasıl şeyler? Kimse senin dölünü alıp da kendini hamile bırakmaya çalışmaz. Salak ayağına yatmanın faydasızlığıyla espriye vuruyorum olayı. Ben biriktiriyorum bunu. Koleksiyon gibi düşün. Tabi tabi…
Bir sigara da bana veriyor. Uyuyan diğer iki kız benden kalan boşlukta hemen sarılıp uyumaya devam ediyorlar. Yatağın kenarına oturup havaya duman salıyoruz. Biraz ayılana kadar oturmayı istiyorum. Başım fena ağrıyor. Midemdeki durum fena sayılmaz. Bulanmıyor ama hafif bir yanma var. Rahatlamış durumdayım. Sikeyim Edebiyat güzelini diyorum içimden. Boşalmış olmanın verdiği bir umursamazlık bu elbette. Bir süre sonra yine hatırlarım ancak şimdi kafaya takmayacağım. Yanımda sessizce sigarasını üfleyen kızla konuşmak istiyorum. Boktan bir romanın hayat kadını sahnesi gibi salakça “Nasıl düştün bu çukura güzel kadın?” diye sormak niyetinde değilim. Bir süre düşünüp etkili bir giriş buluyorum. “Nasıl sikişti ama!” Sigarasını ağzına götürürken bir an duraksayıp oha diyor. Başım ağrırken çok konuşmamam gerektiğini kendime not ediyorum böylece. Bir süre daha sessizce sigaralarımızı içiyoruz.
Bir deneme daha yapmak için konuşuyorum. Şu Napolyon iyi çocuk. Uyuyan iki kız nereden çıkardıklarını anlamadığım maket bıçaklarıyla birden boğazıma yapışıyorlar. Sigara içen kız da ayağa fırlayıp çekmeceden bıçak alıyor. Korkudan içime çektiğim dumanı bile bırakamıyorum. Ne oldu? NE? Sigaralı kız bağırıyor. O orospu çocuğunun adını anma bir daha! Demek sen onun piçlerinden biriydin. Belli zaten. Nasıl sikişmiş! Ulan sikini kaldırana kadar canımız çıktı! Şimdi sıra bizde. Ne sırası? Anlık korkum geçmiş. Sakince soruyorum bunu. Napolyon’u çok tanımam hem. Barda tanıştık. Arada beraber oturur,içer, sohbet ederiz. Kimsenin adamı değilim ben! Kızlar sakinliğimden anlamış olacaklar ki bırakıyorlar boğazımı. Yine de maket bıçakları ellerinde hazır duruyor. Çıplak bir halde üç kadın tarafından bir genelevde doğranmak isteyeceğim son şey. Bir sikimden haberim yok benim. Yanına uğradım. Canım çok sıkkındı. O da beni buraya yolladı bir kartvizite bir şeyler karalayıp. Hepsi bu. Üçü birbirine bakıyor bir süre. Az önce uyuyan ikisi “Bir şey olursa bas çığlığı. Hemen geliriz.” deyip donlarını giyerek çıkıyorlar odadan. Don kelimesinin seksten ne kadar uzak olduğunu geçiriyorum kafamdan. Don insanların üremediği başka bir evrenin kelimesi sanki.
Sigarasını küllüğe basıp titreyen ellerine hakim olmak isterken yeni bir tane yakıyor. Çekmecenin üstündeki viskiyi de diğer eliyle kapıyor bu sırada. O piç… Topladığı it, kopukla buraya gelir ayda bir iki kez. O gece kapattırır burayı. Sağlam para var ibnede. Hır gür idare ediyorduk. Zaten ayda bir iki kez işte. Mama da ses çıkarmıyor ondan. Kızlara da iyi para veriyor o gün. Katlanıyorduk yani. Son gelişine dek. Bu yavşak içmiş geldi buraya. Tek başınaydı. Mama yeni gelen kızı gösterdi. Çıktılar beraber. Biz de iyi dedik. Sorun çıkarmaz bugün. Çok geçmedi yukarıdan çığlıklar gelmeye başladı. Ben ve bir kız daha koşa koşa çıktık. Kızı anala zorlamış. Kız da yok deyince başlamış vurmaya. Ağzını kapadığı için ses çıkaramamış kızcağız. O sırada işini de görmüş tabi bir süre. Biz girdiğimizde kızı yerde tekmeliyordu. Kız en son elini ısırınca iyice öfkelenmiş. Yüzüne yüzüne vuruyordu orospu çocuğu. Biliyor sermayesini. Kız yerde iki büklüm olmuştu. Hemen atladım ayırmak için. Bana da geçirdi bir tane. Yerden kalkmaya çalışırken pantolonuna uzanıp çakısını çıkardı. Kızın yüzüne boydan boya bir çizik atıp çıktı dışarı. Mama da kapıda bekleyen iri yarı orospu çocuğu da kaldı öylece. Kimse bir şey yapmadı. Arkası sağlam herifin.
Sözlerini şaşkınlıkla dinlerken kafamda Napolyon’u ve anlatılanları birleştirmeye çalışıyorum. Benim tanıdığım haliyle arasında uçurum var bu söylenenlerin. Şairim falan diyordu. Ne zaman gitsem barıştan, kardeşlikten falan. Emin misin aynı kişiden bahsettiğimize? Ayak hepsi! Babadan zengin piçin teki. Bir sürü dairesi var. Onların kirasıyla yaşıyor yavşak. Şiirden falan da bir bok anlamaz. Buraya gelip kızlara ağlıyordu. Kimsenin siklediği yok onu. Millet parasına bakıyor sadece.
Sigaram çoktan bitti. Pantolonumu giyerken soruyorum. Kız ne durumda? Hastanede. Artık iş yapamaz ama yaşarsa iyi. Yüzü berbat bir halde. Bu saatten sonra o yüzle insan içinde gezmesi bile zor. Estetik desen dünya para. Mümkün değil toplayamaz. Organları epey zedelenmiş. İş yalnız estetikle de kalmayabilir. İki güne bir gidip kontrol ediyoruz. Bir süre elindeki viski şişesini kafasına dikiyor ve indirince sessizce “Biz orospular insan değil miyiz?”
İçimde bir şeyler eziliyor bu son soruyla. Anlamsızca kafamı sallıyorum. Diyecek bir sözüm yok. Bazen susmak sayfalarca konuşmaktan daha anlamlı oluyor. O da benimle birlikte susuyor. Çaresizlikten susuyor. Konuşmanın fayda etmediğini biliyor çünkü. Gücünün sınırlarını biliyor. Gözünden bir damla yaşın aktığını görüyorum. Tüm engellemelerine rağmen kopup gelen bir yaş. Üstümü giyip çıkıyorum odadan. Aşağıda hesabı görüp dışarıya adımlıyorum. Köşede bekleyen taksici beni fark edince arabayı çalıştırıyor.
Bu amına koduğumun dünyası böyle işte. Taksi seyrek ışıklı dar sokaklardan kalabalık caddelere ilerlerken kendi kendime konuşuyorum. Siktiğimin dünyası bu! Gücü eline alanın zayıflara gördüğü bu kadar. Onları köpek gibi bir yaşamda yaşamayı lütuf sayma hakkı. Onlara istediğini yapma ve bundan zerre kadar suçluluk duymama hakkı. Çelimsiz bir çocuğu döven baba, maden işçisini tekmeleyen siyasetçi, orospuları yumruklamayı kederli anın ufak bir öfkesi olarak gören barış eylemcisi ya da her ne sikimse. Hepsi aynı. Hepsi gücü eline alanın dünyayı istediği gibi çevirebileceğine dair duyduğu büyük inanç. Sessiz kalanların kabullendiklerinden değil çaresizliklerinden dolayı yükselen ancak bir türlü duyulmayan çığlığının sesi yankılanıyor gecenin ıssız sokaklarında. Aydınlık caddelerin yükselen büyük binaları acı çığlıkları bastıran yalıtımlarla kaplı. Kötülük, ancak tam hızla giderken ayakta kalabiliyor, bisiklette olduğu gibi. Hızla yükseliyor binalar. Geçen gün top oynanan çimenlikler ertesi gün bir alışveriş merkezi oluyor ya da ibadet yeri. İçine girip tapınıyor insanlar. Bin taksitli mobilyalarında ezilmişliklerini unutuyorlar. Cenneti hayal edip zulme sessiz kalıyorlar. Seçimlere inanıp kurtuluşu umuyorlar. Hepsi aynı. Hepsinde aynı boktan ve tatsız hava.
Taksi barın önünde duruyor. Çöp toplayan belediye kamyonu, etrafa kusanlar ve kaldırdıkları turist kızları otele götüren heriflerden başkası yok. Gece sabaha yaklaşırken tüm pisliğini uğurluyor. Bardan içeri giriyorum. Napolyon ve aveneleri dışında kenar masalarda sızıp kalmış birkaç kişi var. Aveneleri Napolyon’un etrafında masaları birleştirmiş, onun okuduğu bildiri gibi bir şeyi dinliyorlar. Napolyon beni görünce adımlamaya başlıyor. Yüzünde her zamanki sevecen ifadeyle yaklaşıyor yanıma. Ona doğru ilerlerken gayet sakinim. İki köşede bekleyen iri kıyım adamlara göz atıyorum bu arada. İlk gelişimde fark etmediğim iki iri yarı adam. Napolyon’un götünü kolladıklarını anlıyorum. Napolyon kollarını açmış ilerlemeye devam ediyor. Ben de kalabalığın arasındaki yoldan ona yaklaşıyorum. Aramızda iki adım kadar mesafe kalınca yanımdaki masada paradoks diyen oğlanın elinden bira şişesini alıp barış, kardeşlik, onur, özgürlük ve adalet adına yüzünde parçalıyorum. Yüzündeki gülümseme anlamsızca ne hale geleceğini düşünürken yere yuvarlanıyor. Yerde birkaç tekme sallıyorum suratına doğru. İri kıyımlar köşelerden masaların üzerinde zıplaya zıplaya bana koşuyorlar. Elimdeki kırık bira şişesini birinin suratının ortasında tuzla buz ediyorum. Bağırarak yüzünü tutuyor. Dokundukça yüzündeki kıymıklar daha da derine giriyor. O sırada diğeri yetişip yakamı topluyor. Sert bir yumruk yeyip masaların arasına yuvarlanıyorum. Üniversiteli yeni yetmeler bağırışarak kaçışıyor. İri kıyım o kadar iri ki yürürken sanki yer sallanıyor. Bu işten zevk alıyor gibi hafif bir tebessümle yaklaşıyor yanıma. Kollarım ve bacaklarımla kendimi geriye doğru itiyorum. Yanıma gelip beni yerden kaldıracağı sırada taşaklarına sağlam bir tane vuruyorum. Bir boğa gibi böğürüyor. Bunun daha da öfkelendirdiğini anlayıp hızla uzaklaşıyorum ondan. Ellerini açmış bana doğru koşarken bir sandalye kapıp yüzüne vuruyorum. Sandalye adamın yüzünde parçalanıyor ama umurunda değil. Sandalyenin bir ayağı parçalanıp sivriliyor. Bağırarak üzerine atlıyorum elimdeki sandalye ayağıyla. Yine bir yumruk yerken omzuna saplıyorum siktiğimin sandalye ayağını. Kalkmaya çalışırken ondan önce toparlanıp üzerine atlıyorum. Yüzüne dört beş defa geçiriyorum. Yerde hareketsiz kalıyor. Nefesimi toplayıp etrafıma bakıyorum. Kalabalığın büyük kısmı kaçmış. Kalanlar ise köşelere birikmiş, olan biteni izliyorlar. Orta yerde Napolyon sürünerek çıkışa doğru ilerliyor. Yavaşça yanına yaklaşırken bir şişe daha kapıyorum masaların birinden. Geldiğimi anlayınca daha da hızlanıyor. Birden bir bıçak sırtıma giriyor. Acıyla arkama dönüyorum. Üniversitelilerden birisi yaptığına anlam veremeyen bir yüzle bakıyor. Sırtımda kanın aşağıya doğru ilerlediğini hissediyorum. Ağlamak üzere bekleşen gözlerinin ortasına kafa atıyorum ve yere yığılıyor. Yerde burnunu tutarken tekrar Napolyon’a dönüyorum. Çıkışa oldukça yaklaşmış. Masalara tutunarak peşinden gidiyorum ve kapıyı açarken yanındayım. Üzerine sıkıca basıp suyunu çıkarmak istiyorum orospu çocuğunun. Böbreğine doğru sağlam bir tekme geçirince olduğu yerde kalıyor. Hafif başım dönerken zorla pantolonunu sıyırıp elimdeki şişeyi kıçına yerleştiriyorum ve tüm gücümle basıyorum üzerine. Şişe içine girdi mi emin değilim ancak ayağım altında ezilen ve götüne saplanan cam kırıklarını hissediyorum. Büyük bir çığlık koparıyor ve ağlamaya başlıyor. Kapının önünden çekip dışarı çıkıyorum.
Sırtımdaki kan pantolonuma ve oradan da yere kadar ilerlemiş halde. Zorlukla yürüyorum. Çevremdeki her şey dönmeye başlıyor. Midem bulanıyor. Hafif bir üşüme var. Kanın soğukla birleştiği yerlerde daha çok hissediyorum soğuğu. Sürüdüğüm ayaklarımın ardında ufak kan lekeleri kalıyor. Kenarda kusmaya devam eden bir kaç sarhoş bir an bana bakıp tekrar işlerine yoğunlaşıyorlar. Uzaktan bir taksinin ağır ağır ilerlediğini görüyorum. Çevresine bakıp değişim saatini iple çeken yorgun bir taksici. Önüne atlayınca durmak zorunda kalıyor. Yüzündeki korku gaza basmakla kalmak arasında bir süre düşünüyor. Kenarlara tutunarak arka kapıya ulaşıyorum. Tam kapıyı açarken gazlıyor herif. Yolun ortasına yuvarlanıyorum. Arkasından gelen bir araba sert frenle duruyor. Tekerle bakışıyoruz. İçinden çıkan adam yanıma koşuyor hemen. Hastane derken gözlerim kapanıyor.
Uyandığımda bir yatağa yatırılmış halde buluyorum kendimi. Öğleden sonra saat beş ya da altı olmalı. Pencereden dışarı bakınca Güneşin batmaya epey yaklaştığını görüyorum. Pantolonum hala duruyor ancak üzerimdeki tişörtü çıkarmışlar. Tamamen kanlanmış olmalı. Montum da kenardaki askıda. Kollarımda serum ve saire var. O sırada bir hemşire gelip makineleri kontrol ediyor. Hemşireye doğru kafamı dönerken bir kadınla göz göze geliyorum. Yatağın yanındaki sandalyede oturmuş gülümseyerek bana bakıyor. Bu yüzü bir yerden tanıyorum.
Gürkan Sadece
03.02.2020