Kitaplardaki Çeviri Sorunları

Oralarda yayımlanmasıyla alakası yok; eski, bozulmamış, saf Türkçeyi bu halklar konuştuğu için bu kaynaklardan yararlandım, diyor Çiğdem Erkal. Gayet yerinde bir metod ve cuk oturmuş.

Bu arada Yüzüklerin Efendisi gibi şaheser bir çeviriyi hayatınızda okuduğunuz en rahatsız edici çevirilerden sayıyorsanız Siz kötü çeviri okumamışsınız.

10 Beğeni

Dost Körpe’den Dune serisini, 6.45 den PKD kitaplarını okudum. Daha da kötüsü varsa bilemem.

6 Beğeni

Yanlız eski Türkçede de modern Türkçede de “Kuyut” diye bir kelime yok. Çevirmen harfler üzerinde kendi oynama yapmış.

Lord Of The Rings’i orijinal dilinden okuyan biri İngilizce-İngilizce sözlüğe “Mirk” yazdığında “Murk” kelimesinin bir varyantı olduğunu ve kasvetli karanlık gibi anlamlarını olduğunu anında görebiliyor. Çünkü “Mirk” diye bir kelime var. Ben “Kuyut” nedir diye arattığımda alakasız arapça kökenli anlamlarından başka bir anlamı çıkmıyor çünkü malum çevirmenin kendi insiyatifi ile eğip büktüğü bir kelime. Miğfer Dibi’ne Mirfeğ Dibi demek gibi bişey.

Bence de Kuytu kullanılabilirdi, kelimenin yamultulmasının hiç bir gerekliliği yokmuş bana kalırsa.

6 Beğeni

İletişim’de o kadar çok saçmalık var ki bitmiyor. Kitaplığımda sadece 3 kitabı var yayınevinin. Bir gün Oğuz Atay başka yayınevine geçer de umarım kitaplığıma koyabilirim.

3 Beğeni

‘‘Murk’’, ‘‘Mirk’’ oluyorsa ‘‘Kuytu’’ neden ‘‘Kuyut’’ olamıyor. Sonuçta kuyut denilince herkesin aklına kuytu gelir, öyle değil mi? Üstelik kuytuya göre Türkçeye de uygun bir kelime. Bence burada çevirmen çok az insanın yapabileceği bir şey başarmış, dilimize yeni bir kelime kazandırmış. İlerleyen yıllarda TDK sözlüğüne bu kelimenin gireceğini düşünüyorum.

3 Beğeni

Eğer burada önemli olan kelimeyi okuduğunda insanın aklına ilk ne geldiği ise o zaman yanlız yalnız olabilir, herkes herkez olabilir, sarj sarz olabilir. Sonuçta ben “yalnış” yazdığımda kimsenin aklına “patates” gelmiyor, herkes “yanlış” demek istediğimi anlıyor. Doğru yazmak için hiç uğraşmaya gerek yok “deyil” mi?

Öte yandan zaten Türkçede “Kuytu” diye bir kelime var. Bunu değiştirip “Kuyut” yapınca Türkçeye tam olarak ne kazandırılmış oluyor çözemedim. Ben yazdığım bir tez, makale yada çeviride “Gezegen” kelimesini ”Gegezen” olarak değiştirdiğimde dilimize yeni bir kelime mi kazandırmış oluyorum? Her çevirmen kelimeleri kendince eğip büküp dilimize yeni kelime kazandıracaksa çok işimiz var.

7 Beğeni

Kitabi okumadım ama belki pardösünün bir özelliği vardır. Nesilden nesile geçmiş ve sembolik bir anlamı oluşmuş olabilir.

Şahsen Kuyutorman çevirisini ilk okuduğumdan beri hiç yadırgamadım. Bence çok iyi bir çeviri. Kuytuorman tam oturmuyor gibi. 'Kuyut_orman"daki ulama bileşik adı pekiştirmiş.

2 Beğeni

Çeviri eserlerle az çok temas etmiş herkesin herhalde bir kitabı dilinden dolayı okuyamayıp bırakmak zorunda kalmışlığı vardır. Bu tür durumlarda genellikle fatura doğrudan çevirmene (“Çeviri çok kötü”) veya editöre/yayınevine (“Bu kitabı basmadan bir okusalarmış keşke”) kesiliyor. Metinle ilgili şikayetlerini e-posta yoluyla birebir yayınevine veya sosyal medyada yayınevini etiketleyerek herkesin bilgisine sunanlar oluyor. Nadir örneklerdeyse kitapta görülen sıkıntılar görece derli toplu bir yazıya dökülüyor. Fakat bu yazıların pek çoğu, çeviri eleştirisi gibi görünmekle beraber, birkaç çarpıcı hatayı ve birkaç tartışmalı kullanımı arka arkaya sıralamaktan öteye gitmiyor. “İyi” çeviriler hakkında duyduğumuz yegâne şeyse kitap tanıtım yazılarının son cümlelerinde peşi sıra dizilen birkaç övgü sıfatından ibaret.

Çeviri eleştirisinin nasıl olması, neler barındırması gerektiği sorusu farklı ekoller bağlamında teorik düzeyde tartışılan, çalışılan bir konu. Bu yazı, bu tür bir akademik tartışmaya dahil olma maksadı taşımıyor. Bu bir yana, Türkçeleştirilmiş bir metinde kullanılan dilin güçlü ve zayıf yanlarını ele alan kapsamlı incelemelerden bir kitabın çevrilmesinde emeği geçen tüm aktörler kadar okurların da yararlanabileceği, hatta buna açık bir ihtiyaç olduğu kanısındayım. Dolayısıyla bu yazıda, “iyi” veya “kötü” çeviriden söz ederken aslında ne dediğimizi ve belki de ne dememiz gerektiğini tartışmaya açmayı amaçlıyorum.

4 Beğeni

Dolayısıyla, kötü çeviriye “ayıplı mal” diyeceksek de bunun faturasını kime keseceğimiz konusunda dikkatli olmalıyız.

Bu kısımda Celal Üster’in İthaki’den çıkan Wells çevirilerini eleştirdiği “Ayıplı Mal” başlıklı yazısına gönderme yapmış gibi duruyor. Yazıyı daha önce bu başlıkta paylaşmıştım.

1 Beğeni

Bir kısmı üzerinde biz de konuşmuştuk burada. Özellikle “hatalı çeviri” ile “çevirmen tercihini” sıkça karıştırıyoruz gibi geliyor bana.

1 Beğeni

Evet o yazıya gönderme olabilir.

@isos81 Yazıda en çok katıldığım bölüm şurası ve bu herhalde ülkemizde her iş kolunda yaşanılan bir durum.

“Olduğu kadar” meselesi ülkemizde hayatın her alanında var.

Ancak diğer ve bana sorarsanız çok daha etkili bir neden, yayınevlerinin hem ölçüsüzce şişirdikleri yayın programlarında geriye düşmemek hem de maliyeti olabildiğince kısmak adına çeviriden dizgiye her aşamanın ivedilikle, “olduğu kadarıyla” halledilmesini istemeleri. Hal böyle olunca da editörle çevirmenin herhangi bir metnin üstünde içlerine sine sine çalışması genellikle pek mümkün olmuyor.

6 Beğeni

Ama biz forum ahalisi olarak çeviri eleştirisi yaparken bu ayrıma dikkat ediyoruz. :slight_smile:

@alper’in paylaştığı makale konuya pek aşina olmayanlar için güzel bir özet olsa da, bana tüm noktalar zaten ‘sağduyu’ gibi geldi.

Ek: Benim için kötü çevirinin tanımı basit:

1- Anlatım bozuklukları içeren (çevirmenin özgün veya ana dile hâkim olmaması)

2- Anlam eksilmesine veya değişikliğine sebebiyet veren tüm çeviriler. (konuya hâkim olmamak, çevirmenin kendini yazarla karıştırması, eksik çeviri ve özensizlik).

3 Beğeni

Bunu çok güzel adlandırmışsınız. Ne yazık ki bunu yapan çevirmenler var.

2 Beğeni

Serdar Arıkan İthaki’nin bastığı “Biz” yine İthaki’den Dostoyevski çevirileri ve artık Ketebe’nin bastığı bazı Aytmatov kitaplarının çevirmeni.

** Defalarca çevrilmiş bir eseri bir kez daha çevirirken “nasıl bir farklılık” yarattığını düşünüyorsun? Nerede zorlandın? Ne kadar sürdü çeviri?

Yayınevi zaman konusunda beni sınırlamadığı için eserin çevirisini iki sene gibi hayli uzun bir zamana yaydım. Benden önce yapılmış çevirileri okumak, birbirleriyle karşılaştırmak imkânı buldum. Çeviri sürecinde de değerli üstat merhum Hasan Ali Ediz’in ve usta çevirmenler Mazlum Beyhan ve Ergin Altay’ın çevirilerine sürekli olarak göz attım. Zor bir paragrafı çevirdikten sonra dönüp bu üç çevirmenin çevirisine de baktığım, onların nasıl ifade ettiğini, ifadelerinin ne kadar başarılı olduğunu kendiminkiyle karşılaştırarak ölçmeye çalıştığım çok oldu.

Ben “şimdilik” ilke olarak “aslına sadık” çeviriden yanayım. Can Yücel’in söylediği iddia edilen bir söz vardır bu konuda aklımda kaldığı şekliyle belirteyim: “Çeviri kadına benzer, güzelse sadık değildir, sadıksa güzel değildir!” Ben güzel olmamayı göze alarak metnin aslına olabildiğince sadık kalmanın bana uyduğu düşüncesindeyim.Şimdilik” sıfatını ise rast gele kullanmadım. Zira çevirmenlik serüveninin diyalektik bir öz taşıdığını ve çevirmenin süreç içinde görüşlerini, yaklaşımlarını değiştirebildiğini biliyorum.

Kendi çevirimi karşılaştırmalı olarak yaptığım için, yukarda adı geçen üç çevirmenin basılı eserlerinde bulduğum basit yazım/basım hataları benim çevirimde bulunmuyor.
Yazım yanlışları var veya mesela bakıyorsunuz bir cümle hatta bazen bir paragraf atlanmış. Ben bunları kendi çevirimde düzeltiyorum elbette. Ama eminim benim çevirimde de belki farklı bir yerde ama benzer basit yazım/basım hataları olabilir. Yine de yaptığım karşılaştırmalı çevirinin daha az hatalı bir metin çıkarma konusunda beni başarılı kıldığını düşünmekteyim.

Karşılaştırmalı çeviri sayesinde bazen bir çevirmenin bir kelimenin doğru anlamına ulaşamadığını gördüm. Örnek vereyim:

Rusça metin: Я один случай знаю, как один ипохондрик, сорокалетний, не в состоянии будучи переносить ежедневных насмешек, за столом, восьмилетнего мальчишки, зарезал его!

H.A. Ediz çevirisi: “Ben bir vaka biliyorum: Karasevdaya tutulmuş kırk yaşlarında bir adam, sekiz yaşında bir çocuğun sofra başındaki şakalarına dayanamayarak çocuğu boğazlamış.”

Benim çevirim : “Her gün karşılaştığı alaylara dayanamayan kırk yaşlarında evhamlı bir adamın bir gün sofradaki takılmalarına dayanamayarak sekiz yaşındaki bir çocuğu kestiği bir vaka biliyorum!”

Burada dil, üslup vb. farkları dışında H.A. Yücel’in rahatlıkla evhamlı olarak çevrilebilecek ипохондрик sözcüğünü her nedense yanlış anlam verecek şekilde “karasevdaya tutulmuş” olarak çevirdiğini görmekteyiz.

Öte yandan biraz ilerde aynı kelime bir daha geçecek ve bu sefer H.A.Yücel farklı ve biraz daha doğru bir şekilde çevirecektir bu kelimeyi.

Rusça metin: Полтора года я Родиона знаю: угрюм, мрачен, надменен и горд; в последнее время (а может, гораздо прежде) мнителен и ипохондрик.

H.A.Ediz çevirisi: “Ben Rodya’yı bir buçuk yıldır tanıyorum. Somurtkan, kederli, gururlu, kendini beğenmiş bir hali var. Son zamanlarda (belki de epey zamandan beri) kuruntulu ve melânkolik bir insan oldu.”

Benim çevirim: “Ben, Rodion’u bir buçuk yıldır tanıyorum. Somurtkan, karamsar, mağrur ve gururlu bir insan. Son dönemde ise (belki de çok daha önceleri) kuruntulu ve evhamlı birisi oldu.”

Sanırım bu örnek eğer yaratabilmişsem “farkılılığımın” ne olduğunu anlatmaktadır. Bunun dışında çeviri de beni en çok zorlayan F.M. Dostoyevski’nin upuzun, neredeyse hiç paragraflara bölmeden, blok şeklinde ve anlamsal olarak da psiko-sosyo-felsefi anlamda gayet yoğun olan metinlerini onun uslubunu bozmadan verebilmek oldu.

Çok zorlamayan hatta eğlenceli bulduğum ama çok zamanımı alan ise dönemin giysileri, eşyaları vb. somut, tarihi nesnelerin doğru tarif ve tanımlarını yapabilmek için sözlük, ansiklopedi, tarih kitapları ve internette araştırma yapmak oldu. Mesela olayların geçtiği 19. yüzyılın ikinci yarısında Rusya’da evlerin kapısında zil vardır ama bu bildiğimiz elektrik zili değildir, zira elektrik henüz evlerde kullanılmamaktadır. Kapıda olan mekanik bir zil de değildir. O dönemde Rus konutlarını kapısında bir kordonu çekerek çaldırdığınız küçük bir bir çan vardır. “Kapıya geldi zili çaldı” yerine “kapıya geldi, kordona asılıp çanı çaldırdı” demeniz gerekir.

2 Beğeni

H. A. Yücel ile Ediz’i mi karıştırmış bana mı öyle geliyor? :slight_smile:

1 Beğeni

Bu hoşuma gitti.

Burada -de ayrı olmamalı :slight_smile:

1 Beğeni

Evet isimler karışmış.

@Blackheart Yazım hataları söyleşiyi hazırlayan editörün hatası olabilir. Bu durumlarda daha .çok Word’un hatası olabiliyor. :slight_smile:

2016 tarihli bir söyleşiymiş bilmiyorum ama editörün değildir belki… Söyleşi yüzyüze yapılmamış olabilir.

2 Beğeni

Tabi senin dediğin de olabilir bir ihtimal.

1 Beğeni

Farseer serisini okurken takıldıklarımı yazmak istiyorum.

İlk kitapta zaten dikkatimi çeken çok şey olmamıştı. Kontrol ettikten sonra ise sadece bir cümlenin bir miktar hatalı olduğunu düşünüyorum.

Sayfa 191:

Parlak Yıldızların derin mavi bir gökyüzünü delip geçtiği göğün altında eve gittim, ezeli zar oyunlarına dalmış nöbetçileri aşıp ahırlara yöneldim.

Özgün metin:

I took myself home under a deeply blue sky pierced by bright stars, past the sentries at their eternal dice game and up to the stables.

“Deep” tek başına derin anlamına gelse de bir rengin önüne geldiğinde koyu anlamına gelir. “koyu mavi” olması gereken ifade “derin mavi” olmuş. Ben Türkçede “derin mavi” diye bir ifade duymadım.

İkinci kitabın çevirisinde takıldığım yer olmadı. Gerçekten memnun kaldım. Ama üçüncü kitapta çok fazla hata buldum. Üstüne daha da fazla yazım ve editörlük hatası buldum. Bir de bazı genel hatalar var. Önce tekil hatalardan başlayacağım.

Sayfa 154:

Seni taşıyan at bunu istediği için yapar, yanında avlanan kurdun yaptığı gibi. Hakkın olduğunu biliyorsun, hükmetmeye değil ama onun bir parçası haline gelmeye.

Özgün metin:

The horse that carries you will do so because he wishes to, as does the wolf that hunts beside you. You have a deeper sense of yourself in the world. You believe you have a right, not to rule it, but to be part of it.

Cümle atlanmış. Bunu Türkçesinden okurken fark etmem imkansızdı. Peki nasıl fark ettim? Aynı sayfada okurken fark ettiğim bir hata daha var. Onu yazmaya çalışırken bunu da gördüm.

Sayfa 154:

Orman yolunun üzerinden geçile geçile ezilmiş toprağına baktım. Rolf’a döneceğime dair bütün kesinliği kaybetmiştim.

Özgün metin:

I looked down at the trodden soil of the forest path. I had lost all certainty that I would not return to Rolf.

Yazar “dönmeyeceğime dair bütün kesinliği kaybetmiştim.” derken çevirmen olumsuzu olumlu yapmış. Bölümün bağlamı içinde çok saçma duran bir sözdü nedeni buymuş.

Sayfa 163:

Bazıları ikisi birbirinin aynısıymış gibiköpek” veya “at” der. Bir adamın yedi yıldır sahip olduğu kısrağa, bir sandalyeden bahseder gibi “o” dediğini duymuştum. Bunu hiç anlamadım.

Özgün metin:

Some say “a dog” or “a horse” as if every one of them is like every other. I’ve heard a man call a mare he had owned for seven years “it” as if he were speaking of a chair. I’ve never understood that.

“İkisi birbirinin aynısıymış gibi” yerine “hepsi birbirinin aynısıymış gibi” olması gerekirdi. Yazar atlarla köpeklerin benzer görülmesinden değil tüm atların ve tüm köpeklerin aynı görülmesinden bahsediyor. “A dog” ve "a horse"u karşılamak için de “köpeğin biri” ve “atın biri” kullanılabilirdi. Türkçede he, she, it ayrımı olmadığı için hayvana “o” demek çok anormalmiş gibi durmuyor. “o” yerine “şu” kullanılsa daha doğru bir karşılık olabilirdi. Son ikisi tercih meselesi ama ilk dediğim net bir hata.

Sayfa 379:

Etin bir ada gerçekten bir ada ihtiyacı yok, gözleminde bulundu Gecegözleri ve ona katılmak zorunda kaldım.

Özgün metin:

Meat doesn’t really need a name, Nighteyes observed wryly, and I was forced to agree with him.

Baştaki rezalet anlatım bozukluğunu bir kenara bıraksam bile alaycı şekilde anlamına gelen “wryly” kelimesi yok olmuş.

Sayfa 541:

DİKKAT BU ALINTIDA BİRAZ SPOİLER VAR!

“Sana öğreteceğim, sonra sen de Nettle’ına öğretebileceksin,” diye söz verdi Burrich.
Isırgan toplarken elleri ve kolları kızartmasına rağmen, çok sevdiği bitkinin ismini Molly, kızına vermişti, Nettle.

Özgün metin:

“I’ll teach you and then you can teach Nettle,” he promised her. Nettle. She named my daughter Nettle, after the herb she loves, though it leaves great rashes on her hands and arms if she is careless when she gathers it.

“careless” kelimesi çeviride yok olmuş. Isırgan her zaman değil toplayan dikkatsizse kolları kızartıyor. Ayrıca ikinci cümle bana çok sağlam gelmiyor. Benim çevirimi aşağıya bırakıyorum.

“Ben sana öğretirim sen de Nettle’a öğretirsin” diye söz verdi. Molly kızıma, sevdiği ottan dolayı, Nettle ismini vermişti; hem de dikkatsiz toplarsa isilik yapmasına rağmen."

Sayfa 563:

Buckkeep’te bir kediyi bile beslemeyeceğiniz kadar balık İçyer kentlerinde az bulunan, lezzetli bir yiyecek olarak itibar görüyor.

Özgün metin:

Fish we would not feed to a cat in Buckkeep is prized as a delicacy in the inland cities.

Ya “kadar” gereksiz kullanılmış ya da sonrasında başka bir kelime gelecekti ama unuttular. Kadar ve sonrasında başka bir kelimeyle çevirip sonra vazgeçip değiştirirken kadarı silmeyi unutmuş da olabilirler. Ben sonuncudan yanayım. Aslında bu çeviriden çok editörlük hatası.

Sayfa 595:

Nehir bu şehri neden ve ne zaman terk etmişti? Burası Elderling’lere mi aitti? Binaların üzerinde ve pencerelerin boyalı camlarında gördüğüm ejderhalar, onlar mıydı? Bazıları bilmeceleri sever, şafaktan beri içimde büyüyen, hiç rahat vermeyen açlık bana korkunç baş ağrıları veriyordu.

Özgün metin:

Why was this river city abandoned, and when? Had this been the home of the Elderlings? Were they the dragons I had seen on the buildings and in the stained-glass window? Some folk enjoy a puzzle; it gave me a pounding headache to compliment the nagging hunger that had been growing in me since daybreak.

Nehir şehri terk etmemiş. Bölümde şehrin içinden geçen nehirden defalarca bahsediliyor. Doğrusu “Bu nehir şehri neden terk edilmiş” olmalı. Ayrıca Fitz’in başını ağrıtan şey açlık değil bilmeceler. Düzeltilmiş halini aşağıya bırakıyorum.

Bu nehir şehri ne zaman ve neden terk edilmiş? Burası Elderling’lere mi aitmiş? Onlar binalarda ve vitraylı pencerelerde gördüğüm ejderhalar mıymış? Bazıları bilmeceleri sever; ama bana şafaktan beri içimde büyüyüp rahat vermeyen açlığa ek olarak şiddetli bir baş ağrısı verdiler.

Sayfa 596-597:

Yıkım, şehrin merkezinin derinine bir mızrak gibi saplanmıştı. Başımı iki yana salladım. Büyük bir kısmı hala durur vaziyette kalmıştı.

Özgün metin:

The destruction had plunged like a spear deep into the heart of the city. The placid water shone silver under the winter sky. I wondered if some sudden earthquake had been the death blow to this city. I shook my head. Too much of it remained standing still.

İki cümle eksik. Bu yüzden Fitz’in neye karşı başını salladığı anlaşılmıyor. Ayrıca “hala durur vaziyette kalmıştı” gibi karmaşık bir ifade yerine hala ayaktaydı daha rahat anlaşılır olabilirdi. Düzeltilmiş halini aşağıya bırakıyorum.

Yıkım, şehir merkezinin derinine bir mızrak gibi saplanmıştı. Durgun su kış göğünün altında gümüş gibi parladı. Bir depremin şehre öldürücü darbeyi vurup vurmadığını merak ettim. Başımı iki yana salladım. Büyük bir kısmı hala ayaktaydı.

Sayfa 597:

Bunun cinkabuğu olduğunu söylemeye çalıştım kendi kendime. Neredeyse sabit başarısızlığın sonradan ortaya çıkan etkileri gibi hissettim daha çok.

Özgün metin:

I tried to tell myself it was the elfbark. It felt more like the after effects of near-constant failure.

“Neredeyse sabit başarısızlık” çok tuhaf duran bir ifade. Birebir çevirmeyi denemeyip “Neredeyse her zaman başarısız olmanın sonradan ortaya çıkan etkileri” dese daha doğru olurmuş.

Sayfa 788:

Regal’ın muhafızına bunu açıklamak zorundayım: Yerini aldı, Kral’ın ilk hamlesini yakaladı ve çevirdi.

Özgün metin:

I will have to give Regal’s guard this: He stood his post, and caught the King’s first blow and turned it.

“Regal’ın muhafızının hakkını vermem lazım” olması gereken ifade bunu açıklamak zorundayım gibi saçma sapan bir şeye dönmüş.

Evet tekil sıkıntılar bitti. Sıkıntılı sandığım yerlerin çoğu düzgünmüş ama onları ararken aynı sayfadan başka hatalar buldum. Ciddi olarak tüm kitabı kontrol etsem çok daha fazlasını bulurum. Belki ilk iki kitapta da atlanan kelimeler ve cümleler vardır ama kontrol etmedim. Sırada tekrarlanan hatalar yani bir tercih olarak yapılanlar var. Yaptığı tercihe sadık kalmamayı da hata sayacağım.

Serinin ilk kitabında Fitz dağlara giderken “Mavi Göl” diye bir yerden geçiyor. Serinin üçüncü kitabında aynı yerden tekrar geçmesi gerekiyor ve kelime üçüncü kitap boyunca Blue Göl olarak geçiyor. Nedense 234. sayfada bir defa Mavi Göl olarak geçiyor. Verity, Regal, Patience gibi özel isimlerin çevrilmemesini doğru buluyorum ama Blue Göl aşırı saçma duruyor. Sadece bir bölümde düzeltilmesi ise daha da saçma bir durum.

Sayfa 257

Molly’nin ona ne isim vereceğini merak ettim. Bir çiçek ismi büyük ihtimalle. Leylak ya da buna benzer bir şey. Gül. Kadife çiçeği. Ben olsam ne koyardım ismini? Ne fark eder.

Özgün metin:

I wondered what Molly would name her. A flower name, probably. Lilac, or something like that. Rose. Marigold. What would I have named her? It didn’t matter.

Kitap boyunca özel isimler çevrilmemiş ama bir bebek için düşünülen isim önerileri olan çiçek adları çevrilmiş. Onların da özel isim sayılıp çevrilmemesi gerekirdi. Tutarsızlık var.

Bir noktada Kaptan Mark diye bir subay görüyoruz. Adam kara subayı ve gemilerle alakası yok. “captain” sözcüğü ordu için kullanılıyorsa “yüzbaşı” anlamına da gelir. Aslında oldukça sık yapılan bir hata.

Soytarı’nın Kettle’ın da takip ettiği eski dine göre unvanı olan “White Prophet” sözcüğü Ak Peygamber yerine Ak Kahin diye çevrilmiş. Kelime iki anlama da gelen bir kelime. Geleceği de görüyor aslında ama bir din için kutsal kişi olmasını da düşününce ben peygamber demeyi tercih ederdim.

Sayfa 379

Kettle’ı şömine ışığında gözlerini kısmış, etrafında yemek pişirmeye çalışanlara aldırmadan okurken buldum.“Ne okuyorsun?” diye sordum.
“Beyaz Kabal’ın yazılarını. Kimoala zamanının peygamberi ve kahini”

Özgün metin:

I found Kettle squinting at a scroll by the firelight, ignoring those whowere trying to cook around her. “What are you reading?” I asked her.
“The writings of Cabal the White. A prophet and seer of Kimoalan times.”

Bu cümlede Soytarı’nın taşıdığı unvanı eskiden taşımış bir adamdan “peygamber” diye bahsediliyor. Çeviride tutarsızlık.

Kitap yazım hatası dolu olunca ve çeviride bu kadar tutarsızlık görünce editör kimmiş bakayım dedim. Kitabın içinde editörün ismi yazmıyor. Galiba zamanında İthaki’nin bastığı çeviriyi editörlükten geçirmeden basmışlar. Ama bir seri içi tutarlılık bile yok. Çevirisini kıyaslamadığım ama en azından yazım yanlışı anlamında daha iyi bulduğum ilk iki kitapta da bir editör gözükmüyor. Galiba asıl sıkıntı çeviride değil editörsüzlükte.

14 Beğeni