Okuma Etkinliği - Ay Bahçeleri (Malazan #1) - Steven Erikson

Frp’nin baskın yönü üstüne çok düşünülmüş diyaloglardan da geliyor aslında. Havalı cümleler fazla yapay kalıyor. Doğallıktan bir yerde sapıyor. Yani, yazılmış havası veriyor. Yaşanmış havası yok.

Bir oyuna girersiniz ve karakter seçim ekranını bir türlü geçemezsiniz ya öyle hissediyorum bir yandan da. Priest vardır, Mage vardır ama Chanter yoktur ve mecburen birisini seçersiniz ve tatmin olmazsınız. Ben de böyle hissediyorum.

Karakter kartları çok zayıf ve hepsi muğlak. Okuyucunun bazı şeyleri kafadan bilmesi lazım. Temel yapı taşlarını. Tanrılar kimdir, kaç tanedirler, nasıl bir sistem vardır gibi. Ya da ırklar yeterince açılmamış. Bazı şeyler tam tasarlanmamış bile. Kanatlı olan binekler var ama neye benzedikleri muallakta.

Kararsız bir Efsuncu, deli bir adam, içten konuşan ve sürekli hint dizileri bakışmaları yaşayan ketum bir grup Köprüyakar, kendini bilmeyen bir Yüzbaşı bir savaş meydanında bir şeyler yapıyor ve sahne arkasındaki keşmekeşten ses soluk yok.

Asıl sorun sanırım bir okurun okurken açıklama aramaya çalışması. Rehberlere bakması, ne bileyim sürekli eksiği oradan buradan kapatmaya ihtiyaç duyması sanırım.

Ekleme: Kıyas doğru değil ama kendimi ifade etmek için yazacağım. Brandon Sanderson da frp katakterlerinden kullanmış ve frp sever bir adam. Bu kadar karakteri karakteristik özellikleriyle çıkarmasında frpnin katkısını da inkar etmez ama bu kadar yapay durmaz karakterleri. Hatta aşırı da yaşarsınız bir karakteri. 175 sayfa okudum karakterlerin hepsi flu. Kafamda hepsi yarım gölgeler şeklinde.

@isos81 savaşta değiller. Savaş anında öncesinde vs. terlersin sorun yok ama durup dururken sürekli biri terlemese öteki terliyor. Bu detaya gerek var mı, ona da emin olamıyorum. Hani sıkıntıdan bir kere biri terlese tamam ya da bir karakter sürekli terleyen bir şey olsa ona da tamam ama sayfa ardı biri terliyor. Bir anda dedim bunlar çölde mi veya bulundukları bölge tropikal iklim mi acaba? Öyle bir tanımlama da yok hani. Hırkamı filan çıkartıp battaniyeyi kenara attım. Darlandım resmen ben de terliyormuşum gibi geldi. :joy:

Ekleme2: Dikkatimi çeken diğer şey de diğer yazarlara nazaran Erikson’un kadın karakter bolca kullanması fakat kadınların kadınsılıklarının olmaması. Kadınlar kadın ama bedenen kadınlar geriye kalan her şeyleri erkek. Ayırt edici bir çizgi yok ya da bu nasıl anlatılır bilemedim ama kadın olmadıklarına yemin edebilirim ama ispatlayamam. :joy: Bunu bazı erkek yazarlarda görüyorum. Kadın karakterlerin içi boş oluyor genelde. Çok nadir erkek yazar kadın karakteri gerçekten yaratabiliyor. Şahane gözlem yeteneği olanlar ise tam isabetli atışlar yapıyorlar. Kadının kadınsal düşünme ve mantık yürütmesi erkeklerden farklıdır. Kafaloji gerektirir. :sweat_smile: Hoy, yoruldum.

6 Beğeni

Sürekli terleyen karakterler benim de hiç dikkatimi çekmemişti. Ama bu sana şimdiden rahatsızlık verdiyse Deadhouse Gates’de muhtemelen çıldıracaksın. Olaylar bu sefer cidden çölde geçiyor. :grinning:

Giriş bölümündeki cadıyı saymazsak Ay Bahçeleri’nde hatırladığım kadarıyla toplam 4 tane kadın karakter var. Bunlardan bir tanesi kitap boyunca sadece iki-üç defa kısaca görünüp gidiyor.

Sürpriz bozmadan anlatmam zor, ama öbürleri de aslında bir ortaçağ-büyü fantezisindeki klasik “erkek” mesleklerine sahip kişiler. Acımasız bir dünyada ölmekten beter edilmiş, geçmişleri trajik, sorunlu, harap karakterler. Üstelik kirli bir savaşın tam ortasındalar. Bu gözle bakılınca bana kadınsı davranmaya pek de fırsatları yokmuş gibi geliyor. Aklımda bir tümen erkekle beraber profesyonel askerlik yapan ve akabinde sertleşmiş kadın imgesi var.

İkinci kitapta da pek kadın yok, hatta bir tane var. Ama bu arkadaşın biraz Yeşilçam tiplemelerini andırsa da (şimdilik) gerçekten iyi yazıldığını düşünüyorum. :slight_smile:

SE gerçekten de kadın karakter yazmayı bilmiyor mu, sonraki kitaplarda bu durum ne, onları isos ve nefarrias’a sormak lazım.

4 Beğeni

Öyle bir şey yok. Herkes yazacak. Ben de hatırlamıyorum bazı şeyleri, ya fandom’a bakıyorum ya da @nefarrias_bredd hocama soruyorum.

Taş olursun taş. :slight_smile: Bu arada dili beğenmemende çevirinin de etkisi olduğunu düşünüyorum. Ben okurken bir şeyler eksik gibi hissediyorum. Zaten bu yüzden de @Abraxas ile çeviriyi incelemeye karar verdik. O da çevirinin üstünkörü olduğunu düşünüyor. @Abraxas Türkçe okumadı gerçi ama ben yazarın dilinin en az %30 eksik çevrildiğini düşünüyorum. İmkanın varsa İngilizce okuyup öyle karar ver dili için.

Bu tam olarak hassasiyet değil de bir tercih aslında. Okurun elinden tutup “bak güzel okurum, bu şudur şu da budur” harici bir yöntemle yazmak istemiş Erikson. Birçok panelde bunu dile getiriyor. Yani taa en başından beri “Tolkien gibi olmayan” bir kitap yazma amacı var. Burada konu beğenip-beğenmeme değil, Erikson’ın olaya yaklaşımı.

Buna bir iki örnek verir misin? “Show, don’t tell” Erikson’ın en güçlü yanlarından birisi. İlk defa bu tarz bir eleştiri okudum. Belki benim gözümden kaçmıştır.

Öyle ama rehbere baktıysan 280 slayt. :slight_smile: İstediğin gibi detaylı bir sunu için 500-600 slayt gerekirdi, o da kitabı okumayla neredeyse eşdeğer. Ama Tor reread öyle değil. Orada hem güzel bir özet var hem de okuyucuların detaylı yorumları.

Aynen. Kitabın temellerini Erikson ve Esslemont’ın FRP oyunları oluşturuyor. Hatta yazmaya başladığı sırada 10 kitapta da ne yazacağım belliydi der Erikson.

Bu da ilginç. Benim Erikson’da gördüğüm en güçlü yan aslında o yaşanmışlık hissini harika yansıtmasıdır. Belki bu kitap özelinde haklı olabilirsin, ben serinin geneline karşı büyük bir sevgi besliyorum. İlk cildi de okumaya yeni başladım. Bitirdiğimde senin gibi düşünüyor olabilirim.

Bunları neden bilmek zorundasın ki? Zamanla hepsi açıklanacak da baştan bilmene gerek yok. Kovanlar mesela, bilmiyorsun ne olduğunu ama ipuçların var. İleride tüm detaylara hakim olacaksın. Böyle böyle çoğu gizem açıklığa kavuşacak. Yani tercih etmiyor olabilirsin, ona bir şey diyemem ama önceden bilme zorunluluğu yok bana kalırsa.

Bunu yine @Abraxas açıklamıştı. Biz okur olarak rahata alışmışız biraz. Elimizden tutulsun, spoonfeed yapılsın istiyoruz belki de. Temelde rehbere ihtiyaç yok, rehber zaten kitaplar yazılırken yoktu bile. Yine de bir fan kitlesi oluştu. Demek ki temelde böyle bir ihtiyaç yok.

Yanlış hatırlamıyorsam @muaet ya da @Aspergerian olsa gerek, başta reread ile okuyorken, sonra “ben böyle elimden tutulmasını istemiyorum, kendim okuyup kendim çözeceğim” gibi bir şey yazmıştı. Yani kimse temelde rehbere bakmak zorunda değil. Zorlananlar için rehber bir alternatif sadece. Tabii ki rehbere bakmayıp, kitabı bir kenara fırlatmak da bir çözüm. :slight_smile:

Zevklerimiz ne kadar da farklı. Ben de Sanderbot’un tam bir “yapay veya klişe karakter” oluşturma uzmanı olduğunu düşünüyorum. Özellikle kadınlarda kötüdür. :slight_smile:

Kruppe sürekli terliyor, sürekli mendil çıkartıp alnını pat pat siliyor ama onun harici aklıma gelen terleme olayı yok. Kitabın kalanını okurken büyük ihtimalle algıda seçicilik yapacağım sayende. :slight_smile:

Bunu @Abraxas da yazmış.

Yes. Diğer türlü “harcanırlar”. Simtal ve Challice var gerçi ordu harici, bir de handaki iki abla. Simtal ve Challice de klişe karakterler itiraf etmek gerekirse.

Ben böyle bir şey hissetmedim ama hassasiyetlerim farklı olabilir. Keza, ne forumlarda ne videolarda buna dair hiçbir yorum da görmedim. Belki @nefarrias_bredd’in fikirleri vardır bunla ilgili.

4 Beğeni

Aslında daha iyi en azından mantıklı bir açıklaması var. :slight_smile:

Bu noktada pek anlaşabileceğimize emin değilim. Şöyle anlatayım: Ailem dahil beni çok samimi tanıyan ve her gün benimle içli dışlı olan herkes kesinlikle askeriyede olmam gerektiğini düşünmüştür. Gerçekten çok sert bir mizacım vardır. Kardeşim şu an askerde ve aradığında hep “Abla tam sana göre burası.” deyip duruyor. Eniştem denizaltıcı, akrabalarımın yarısı asker emeklisi ve çocukluğumla ilk gençliğim askeriyenin içinde geçmiştir. Ben hariç tek bir kuzenim kız ve geriye kalan herkes erkektir. Kızlar evcilik oynarken ben maytap patlatıp sokak kavgalarında sürekli birilerini hırpalıyordum. Eşim ara ara muhabbet olduğunda “Seni asker olarak düşününce diğerlerine acıyorum. İyi ki olmamışsın.” der. Uzun lafın kısası; bu kadınsı olmayı engellemez. Bir noktada yol çatallanıyor. Kadınsılıktan kastım çekici olmak, işve yapmak filan değil. Aynı şeyi anlamıyor olabiliriz.

Bunu bence başka kadın okurlara sormak lazım. Sadece yazar kadın olduğunu belirtmese x karakterin kadın olduğunu düşünebilmek için epey zorlamak lazım.

Buna üzülerek katılıyorum. Cihan Bey’in Malazan için uygun bir çevirmen olduğunu sanmıyorum. Yaratıcı isim seçimleri ve karakteristik diyalogları aktaramaması sebebiyle de bu böyle. Niran Elçi veya Çiğdem Erkal sanki daha uygun kişilermiş gibi hissediyorum.

Bunda bir handikap yok fakat çok fazla yapmış bunu. Herkes %70 bilgilendirmişken Erikson %50 yapsa çok rahatsız etmezdi fakat %30 yaparak bizi bilinmezlik uçurumuna atıyor. Bunun bana kalırsa iki sebebi var. Birincisi yazar kafasındaki şeylere o kadar aşık ve anlatmak istediğine o kadar çabuk varmak istiyor ki böyle detaylarla zaman harcamak istemiyor. İkincisi ise yazarın yıllardır içinde yaşadığı ve oynadığı bu dünya kafasında o kadar canlı ki (ve arkadaşı da aynı şekilde ona ayak uydurabiliyor) bunları nasıl tasvir edeceğini bilmiyor veya herkesin buna alışabileceğini düşünüyor.

Burada önemli nokta tüm serinin baz alınmaması. İlk kitaplar hep zayıftır. Yazar tarzını oturtmaya çalışır. Yine aynı şeklide okur da tarza alışmaya çalışır. İlk Diskdünya okumaya başladığımda kitabın yarısına dek suratım ekşiydi. Zaman Çarkı’na üç kez başladım. İlkinde on sayfa, ikincide otuz sayfa ve üçüncüde yüz sayfa gidebildim. Bütün bir seriyi okuyan kişi için ilk kitap gerçekten pastada küçük bir paya sahip.

Daha iyi anlamak için. Benim bahsettiğim detaylı bir sunum değil. Basit bir cümle. “İlk başta tek bir yaratıcı vardı ve ulu tanrı hebehübeleri yarattığında altı tanrı daha yoğurdu.” Böyle basit bir cümleyle işi kotarabilir aslında. Ben de o zaman her gördüğümde tanrıları sayarım veya ölenler varsa bunları da eklerim. Bu da ayrı bir merak uyandırma bana kalırsa. Ben okurken siyah bir ekran açarım kafamda. Yazar bana adamın kolunu verirse o sahnede bir adamın kolu aydınlanır. Bir şeyler vermezse sürekli siyah ekrana bakıp dururum. Kapalı bir televizyon izlemekten farksız.

Kime göre yok? Neye göre yok? Bunu en basit şöyle anlatabilirim sanırım. Eşinle odada oturuyorsunuz. Perdenin kenarı kıvrılmış ve ikinizin de görüş açısında bu durum. O eşinin beynini kemiriyor. Her seferinde ona gözü takılıyor ve içten içe söyleniyor. Kimse kalkıp düzeltmiyor. Eşinin kafasının içinde bir yer kıvrık artık düzelene kadar. Sen çayını içip kitabını okuyorsun. Senin kafanda bir perde var ve gerisi önemli değil. (Başak burcu değilsen tabi :smiley: )

Bu şuna benziyor. Çoğu erkek Ursula’nın erkek karakterlerini beğenmez. Hoşlarına gitmez. Bir kadının algıladığı erkekle erkeğin yaşadığı erkek ile bir erkeğin algıladığı kadınla kadının yaşadığı kadın karşıt cinse ne hissettiriyorsa öyle hissettiriyor. :slight_smile:

Buraya yukarıda değindim.

4 Beğeni

Tabii, katılıyorum, engellemez. Senin kadınsılıkla kastettiğin kavramın sığ biçimde cilve, işve olduğunu düşünmedim zaten.

3 ana kadın karakterin de içinde bulundukları koşullar nedeniyle erkek gibi davranmaya mecbur olduklarını düşündüğümü söyledim. Özellikle bir tanesi kurgu sebebiyle zaten bence tamamen değerlendirme dışında kalmalı.

Ama bir kadın gözüyle bakamadığım için karakterlerin olası eksik yönlerini kaçırıyor olabilirim. :slight_smile:

2 Beğeni

Hah, şunu da açayım. İyi oldu dediğin. Ordunun içinde veya savaşırken böyle olması çok normal. Harcanmaması için kaya gibi olmalı ama yalnız kaldığı zamanlarda kadınsal bakış açısı olmalı. Yani karakterin kafasının içini gördüğümüzde o ayırt edilecek kadınlığı göremiyorum ben.

Ekleme: Tabii bu sizler veya çoğunluk için çok önemli olmayabilir. Siz kurguya, hikayeye bakıyor olabilirsiniz. Bu sizin için yeterli olabilir. Ben karakterlerin tumturaklı olmasını bekleyen biri olabilirim. Bu beni rahatsız edebilir. Tamamen benim bakış açımla da alakalı.

2 Beğeni

Aynı şeyi anlamıyor oluşumuz çok mümkün ama sen de takdir edersin ki senin gerçek hayatta sert olman, etrafındakilerin sana “asker olmalıymışsın” demesi ile, yıllardır savaş halinde olan, onlarca belki yüzlerce kişiyi öldüren ve öldürmeye devam edecek kişilerin, bırak kadınsılıklarını, insanlığını korumaları bile çok zor. Buradaki kadınlar tamamen “battle-hardened”. Erkek egemen orduda var olmaya çalışıyorlar. Güçlü olmak zorundalar yoksa yok olup giderler. Belki kadınsı olmaya vakitleri bile kalmıyor olabilir. Bir ihtimal, senin kafandaki kadın olgusu ile kitaptakiler uyuşmuyor olabilir (bu da mümkün geliyor bana).

Pek fazla tanık olmuyoruz bu dediğine. Ya da ben hatırlamıyorum. Belki örnek göstersen daha net anlaşılır. Ama bu “karakter odaklı” bir seri değil, tekrar edeyim. Karakter gelişimi filan pek yok. Yani eğer aradığın karakter odaklı bir seri ise burada aradığını bulamayabilirsin maalesef.

Bu çok mümkün ama her kitap böyle değil. İkinciden itibaren işler değişiyor. Ama gariptir, Erikson’a diyorlar tekrar yazmak ister miydin diye, o da “muhtemelen hayır, nereden başlayacağımı bile bilmiyorum” diyor (önsözde yer alıyor). Bu da aslında dediğini destekliyor bir nevi.

3 Beğeni

Bir kadının yozlaşması da erkek yozlaşmasına göre farklıdır. :slight_smile: Sanırım bu konuda anlaşamayacağımız konusunda anlaşabiliriz. Kadim Kanunlar’da seri katil olan dişil bir karakter vardı. Bakın onda tamamdım ben. :smiley: En iyi o şekilde anlatabilirim galiba.

Efsuncu’nun düşünceleri bölümlerine bakabiliriz. Efsuncu ile Alakarga’yı yer değiştir. Fark yok denecek kadar az.

Böyle bir şey aramıyorum. Karakter gelişimi olmayabilir fakat 700 sayfa birilerini okuyacaksam biraz gelişmek zorundalar veya tanımak zorundayım.

Şöyle bir gerçek de var: Zaten anladığım kadarıyla bu karakterlere çok rastlamıyoruz ya da bütün bir resme baktığımızda bunlar yapbozdaki ufak bir parça o yüzden de üstündeki desen pek anlaşılmasa da olur.

@isos81 Konudan bağımsız bir sorum var. Cümlelerde “Ayşe tatile çıksın.” şeklinde şifreler mi var yoksa ben mi çok yanlış anladım ya da çeviri ile alakalı?

3 Beğeni

Gesler beni de şaşırttı valla. Sanırım diğer merkezi karakterlerle fazlaca takıldığı için.

Valla bu konuda ne desem bilemedim. Reisin kadın karakterleri de bence çok insan orası kesin, ama kadın karakterleri kadın gibi midir bir şey diyemem o konuda :thinking:

Bu konuda ben de @isos81 hocama katılıyorum. Sanderbot karakterlerini okuyunca benim gözümün önüne bullet point listeleri geliyor. Sistematik bir şekilde altı doldurulmuş tipler. SE karakterleri daha gercek gelmiştir bana hep, ilginç :thinking:

Bunu yer yer kasten yapıyor (ve yaptığını söylüyor) SE. Reis bu konuya eşitlikçi yaklaşıyor.

Esasında yazarın kendisi kitapları çok çok uzun kısa öyküler gibi yazdığını söylüyor. Bu perspektiften bakınca bence mantıklı. Tabi artısı olur eksisi olur, herkesin hoşuna gitmeyebilir o ayrı.

Bu da zevk meselesi sanırım, çünkü ben bir bulmaca gibi parcaların yavaşça yerine oturmasından, basta herseyin acık olmamasından, detayları kendim toplayıp birleştirmemin gerekmesinden zevk almıştım.

8 Beğeni

Eğer yanlış anlamadıysam bunun güzel bir örneği Deadhouse Gates’te (ikinci cilt) var.

Gelişmek zorunda değiller ama tanısak iyi olur, katılıyorum. Yine de hiç tanımıyor değiliz. Mesela Paran: Bir tüccarın oğlu. Babasının mesleğini devam ettirmek istemediği için asker olmak istiyor. Sözünü sakınmıyor, gerekirse Yardımcı ile bile alaycı konuşabiliyor. Ayrıca kız kardeşleri ile bazı sorunları var. Genç ve hırslı.. Yani yeterli olmayabilir belki ama hiç yok da diyemeyiz.

Bu da bir yöntem ama eksik kalır bana kalırsa. Bazı verilen kararların neden verildiği tamamen karakterin kendisi ile alakalı. Çoook çok ileride mesela Kemancı’nın verdiği 2 karar var. Çok ama çok zor kararlar ama Kemancı’yı tanıyınca şaşırmıyorsun (zamanla tanıyorsun).

Bunu anlayamadım maalesef. :frowning: Bazı karakterlerin gizli gündemleri olduğu için “bakışarak” veya bir iki cümle ile anlaşabiliyorlar ama sorduğun bu değil sanırım.

1 Beğeni

Evet, Agape’nin o kadın karakterin gelişimini daha çok beğeneceğini düşünüyorum.

3 Beğeni

Tamam, burada anlaşabiliriz. Karakterler cinsiyetsiz ve bu kadın, şu erkek dediyse olur. Bunu yazarın tarzı ve yaratım biçimi olarak bakabilirim. Farklı pencereden bakmak lazım belki de.

Ben de bunu seviyorum fakat bir yapbozda köşeler bellidir. Erikson’da köşeler de yuvarlak. Köşesiz bir yapboz düşünün, aynen öyle. :smiley: Ha, bu da güzel. Tarzı böyledir.

Nedense aklıma Moorcock geldi. :thinking:

Paran’da sıkıntım yok. O bence de yeterli. Hatta en çok aydınlanan karakter. Fiziksel özellikleri açısından da en iyi verilen karakter diyebiliriz. Şu ihanet eden büyücü var. Adamın nasıl göründüğü belli değil. Sanırım benim istediğim en azından dış görünüşünün verilmesi. Gerisiyle işim yok. Nasıl göründüğünü bilmem yeterli. Kişiliği zamanla altına madde madde yazılacak şeyler. Bütün bir karakteri verirse zaten okumak istemem.

Mantıksız görünen veya hata gibi gelen ya da acımasızca olan, şok etkisi yaratacak kararlar olacak tabii. Tanıyınca “Ha, demek bundan böyle yapmış.” demek de lazım zaten.

Kitapta şöyle durumlar var: (Tamamen atıyorum şu an)

A kişisi konuşur: İmparatoriçenin uykuları kaçıyormuş.
B kişisi düşünür: Demek ki Mahmut ana kıtaya ulaşmış.
B kişisi konuşur: Şimdiden mi?

2 Beğeni

@alper Uzaktan izleme, sen de görüşlerini yaz, ne de olsa iyi bir okuyucusun. Ayrıca endişe etme, bu konuda kurbağaya karşı koruma büyüsü de var. :slight_smile:

İlk cilt için bunu söylemek çok mümkün ama ikinci ciltle birlikte köşeler netleşiyor. Sonraki ciltlerde de parçalar yerine oturuyor. İlk kitabın sıkıntılı olduğunu kabul etmeyen yoktur.

Bu arada, ilk kitap sıkıntılı diyoruz ya, ikinci okumada hiçbir sıkıntı yok. :slight_smile: Yani Erikson’ın foreshadowing’leri, göndermeleri filan o kadar net ki, “ben bunları ilk okumada nasıl görememişim” diye şaşırıyor insan. :slight_smile:

İhanet eden büyücünün fiziksel özellikleri sonraki kitaplarda var. Bu kitapta neden yok bilmiyorum.

Bunu hala anlayamadım, özür dilerim. :frowning: Yani birkaç şey geliyor aklıma ama onları mı soruyorsun bilemedim. Belki bu konuda @Abraxas ya da @nefarrias_bredd yardımcı olabilir.

4 Beğeni

Bölüm başındaki şiirler zaten bölümün özeti gibi. Okuyunca insanın kafasında bölüm hemen şekilleniyor. Sanırım Özgür de bu yüzden şiirlere ek olarak takılıyordu.

Bazı eserlerin ikinci kez okunmak zorunda olduğunu düşünürüm. Aslında Malazan okumaya başlamamın sebebi de bu. Nasılsa bir kez daha okunmak zorunda. Üstelik ben aşırı unutkan insanım. Muhtemelen ikinci kez okuduğumda ve şu slaytlara baktığımda “Böyle birisi mi varmış ya?” derim sık sık. :smiley:

O zaman çeviri konusunda şüphem artar. Siz inceledikçe mutlaka denk geleceğim o satırlara. :thinking:

2 Beğeni

Moorcock kitaplarını olgunlarda aylarca kovalayarak lisede edinip okumuştuk. Sanırım ya çok erken okudum bunları (değerlerini idrak edecek olgunlukta değildim) ya da çok geç (etkilediği eserleri daha önce okudum, orijinal gelmediler). Bir noktada bir daha bakasım var. :thinking:

Spesifik örnek benim de aklıma gelmedi ama okurun karakterlerden az şey bilmesi sık gerçekleşen bir durum. Genelde sonradan açıklanıyor tabi.

2 Beğeni

Sormak istediğim şeyi bulursam atacağım. Bulamazsam da başka denk gelirsem atarım. Geriye doğru tarama yapmayı çok sevmiyorum ama şöyle bir bakacağım.

3 Beğeni

Bölümün başlarındaki şiirleri okurken bir şeyler eksik geliyor bana. Büyük anlamlar içeriyor gibi görünüyor ama bunu anlamak için tekrar kitabı okumam gerekiyor gibi hissediyorum. Kimi zaman bölümle de bağdaştıramıyorum. :pensive:

2 Beğeni

Ben de bu durumdan çok şikayetçiyim, daha önceden de yazmıştım. Karakterin düşünce tarzından olaya bakış açısından anlaşılır normalde. Kafaloji kavramını Eşit Haklar okumayanların anlaması zor ama ben sizi çok iyi anladım, paralel düşünüyorum.

Günlük hayatta da çok yanlış anlaşılan bir konu bence kadın kafası-erkek kafası ifadeleri. Bunları cinsiyete indirgeyemeyiz bu bir dünyayı algılama biçimi.

2 Beğeni

Bir hanfendi “Malazan Yitikler Kitabı’ndaki Kadınlar” başlıklı 129 sayfalık master tezi yazmış. Bölümü İngiliz Dili ve Edebiyatı. Tez konusu seçme süreci nasıl gelişti merak ediyorum:

– Selam Maria, senin için güzel bir tez konum var: Mekânsallık, Irk Kimliği ve Amerikan Kültürel İmgeleminin Diyalojik Yakınlaşmaları. Ne düşünüyorsun, oldukça ilginç bir konu, değil mi?
– Hocam, ben tezimi Malazan’daki kadınlar üzerine yazmak istiyorum.
– Aa, o da çok güzel konu. Hemen başla.

Sonuç:

“Analiz edilen (kadın) karakterlerin neyi temsil ettikleri ve nasıl anlaşılabilecekleri açısından yaklaşıldığında gerçekten de karmaşık ve benzersiz oldukları gösterildi. Erikson feminist teoriyle bağlantılı bir çok konuya değiniyor ve kahramanlarının çoğu günümüzde övülen birçok nitelik ve yetenek sergilemekteler: özgüvenli, güçlü ve kendi kendine yeten kadın tiplemeleri. Erikson’un romanlarında kadın karakterler gayet mevcutlar ve dinden siyasete çok geniş kapsamlı bir konspette önemli roller üstleniyorlar. Bunun ötesinde, yarattığı kadınlar tek boyutlu değiller; bunlar, mükemmel olmaktan uzak, çeşitli krizlerle karşı karşıya kalan ve her zaman olmasa da bu savaşlardan alınlarının hakkıyla galip çıkan kişiler.”

11 Beğeni

Buraya sonuna kadar katıldım ben. Sonrasında baya detaylı koşuşmuşsunuz çok ekleyeceğim bir şey yok ama özellikle iki sahne var kafamda böyle daha farklı daha güzel ve girift yazılabilirmiş ama sanki yazar kadını kadın olarak yazdığını farkında değilmiş gibi hissettim;

Biri Paran’ın Lorn’un odasına kadar gidip görüştüğü sahne, ablamı giyinirken yakalıyor hesapta falan ama iki tarafın kafasındakiler de konuştukları da düz düz cümleler :smiley: Diğeri de Yırtıkyelken’in tüm büyücülerle falan toplaştıklarında odadaki baskın karakter olarak hiçbir farklılık vermemesi. Sahneyi de onun gözüne yakın izliyoruz ama yok yani özellikle orda bu durumu hissettim. Bir önceki sahnede Calot la aşna fişne anlatılmasa burada direk mahmut abi deriz :smiley:

@JrThoth Şiirler bana da pek tesir etmiyor ya, şiirin altına imza atan karakteri ile bağdaştırmaya çalışmak lazım sanırım ama havada bende de. Düz okuyup geçmeye başladım artık :smiley: