Orijinal filmin gölgesinde kalan bir devam filmini daha izlemiş bulundum. Hikaye olarak da ilk filmle aynı olan bir film. Teknik açıdan iyi ama iş oyunculara geldi mi sırıtıyor. Denzel haricinde iyi gözüken olmadı. Yine de son yıllarda çıkan devam filmleri içinde ortalama bir iş çıkaran bir film olmuş.
Renfield ve Samaritan’ ı izlemeye çalıştım ama olmadı yarım bıraktım. Baktım ki izleyecek bir şey yok ben de Yüzüklerin Efendisi : Kralın Dönüşü’ nü izledim.
Değişik ama çok güzel.
Öncelikle son zamanlarda bu kadar güzel çekilmiş bir film görmedim. 4K Oled bir ekranda izleme şansınız olursa ne demek isteyeceğimi anlayacaksınız.
Renkler, çekim açıları, sahneler, kostümler, özellikle makyajlar inanılmaz ölçüde güzel.
Ama son yarım saati hariç.
Normalde sanat filmlerinden, festival filmlerinden anlamayan ortalama bir sinema sever olarak bu filmi çok sevdim. Mesela Poor Things filmi bana çok saçma gelmişti. Hiç beğenmemiş, hiç anlamamıştım.
Film az biraz bilimkurgu, fazlaca psikoloji, biraz da korku gerilim filmi olarak tanımlayabiliriz. Hikayesi 50 yaşına gelen bir yıldızın artık yaşlanması sebebiyle içine düştüğü durum, bu durum karşısında karşısına çıkan saçma absürd gençleşme fırsatı üzerinden gidiyor. Demi Moore 50 yaşında kadını canlandırıyor ama kendisi 62 yaşındaymış. Güzelliği bir yana oyunculuğu ile filmi sürüklüyor.
Diğer taraftan film güzellik olgusu, estetik, gençlik, kendini beğenme ve kendinden nefret etme üzerinden çok güzel göndermelerde bulunuyor. Özellikle bit sahnede karakter 50 yaşındaki halinde çok güzel durumdayken ayna karşısında sürekli bir şüpheye düşüp kendini beğenmiyor, randevusunu iptal ediyor.
Filmin asıl sıkıntısı ilk defa bir film fazla hikaye verdi.
Film 2 saat 20 dakika ama bence film 1 saat 50. dakikada bitiyor. Yani orada bitseydi bu film İmdb üzerinde 7.5 değil 8.5 alırdı. Çünkü film son yarım saatinde fazla mesaj verme kaygısıyla fazla absürt hale geliyor. Adeta bir kan banyosu yaşatıyor.
Not : Film haddinden fazla çıplaklık içeriyor. Yani çocukların yanında falan izlemeye kalkmayın.
Filme puanım 8/10
- filmde orijinal TV serisinin finali olan End of Evangelion’daki seri üretim EVA’lardan biri fosil olarak görünüyor, buradan bile Rebuild of Evangelion serisinin aslında bir sequel olduğu anlaşılıyor. Kanımca bölüm 25-26’nın izlenmesine gerek yok, direkt End of Evangelion’a geçilebilir ama illa 25-26’yı da izleyeceğim diyen varsa kendine bir iyilik yapsın ve Bölüm 24’den sonra direkt “Concurrency of Evangelion” faneditini izlesin. (nyaa.si’de mevcut)
Rebuild of Evangelion 3.0’dan sonra Shin Evangelion 3.0 + 1.0 geliyor yani Rebuild of Evangelion serisi 4 film.
25 ve 26. bölüm Shinji kendi sorunları hakkında bir çözüme kavuşuyor. Ben izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Filmle ilgili yorumunuz nedir? Geçen Twitter’da bir kullanıcı çok övmüştü bu filmi, yorumunuzu merak ettim
Yazmaya üşeniyorum artık ama, sorduğunuz üzere, beğendiğim ve beğenmediğim noktaları paylaşayım;
Filmin en büyük artısı seyirciye geçirebildiği duygu. Özellikle finalle kurtardığı uzayan süresi ve aksayan kurgusunun eksikliği burada kendini unutturuyor. Fanny Ardant, Hollywood’da ancak Dianne Wiest’in ulaşabileceği güçte, kırılganlığı aşan bir dişilikle yakıp geçiyor perdeyi. Varlığı her yönetmen ve seyirci için nimet. Filmde 70 yaşında olduğunu ve botokslu yaşıtlarına taş çıkardığını söylemeliyim. Daniel Auteuil ve Guillaume Canet’e başrollerde eşlik eden Doria Tillier’in Fransa’da hava durumu spikerliği yapıyor olması şaşırttı. Perdeye çok yakışan bir yüzü var. Onca güzelliğine karşın, finalde 70 yaşındaki Ardant sahneye girince bildiğiniz tüm güzellik kıstaslarını unutuyorsunuz. Karizma böyle bir şey.
Konuya ve öykündüğü akrabalarına gelirsek,
Ben diyeyim macguffin, beriki desin katalizör, meselesini anlatmak için araç, kostümlü bir tiyatro sergilemekten öteye geçmeyen “The Game” oyunları. Müşteriler geçmişte yaşamak istedikleri bir dönemi, bir günü, detaylarıyla paylaşıp şirketin amatör oyuncularıyla setlerde paraları yettiğince -tekrar- tecrübe ediyorlar. Neyin kimler tarafından talep edilip hangi anıya dönüldüğü spoiler kalmak üzere, esas meseleye geçeyim.
Film çok güzel noktalar yakalamış: Bunlardan biri, tarihin en hızlı teknolojik geçişini yaşayan ara kuşağı temsil ediyor olmamız. Çiftlerden biri zamana uyum sağlamış, diğeri ise bununla barışık olmayı reddediyor, kalem tutmak, kitap sayfalarını koklamak ve tablet ekranlarından olabildiğince uzak durmak istiyor. Bu yetmezmiş gibi, durağanlığı daha filmin başında eşini zıvanadan çıkarıyor: Bir şeyler yapması bekleniyorken hayatın rüzgarına kapılmış gidiyor. Hayata bakış açıları farklı. Ve bir şeyler bozuluyor. Tamiri için de, tıpkı "Spotless Mind"daki gibi, bir ana bir yan çiftimizle, iki ayrı çatışma yaratılıyor: Kaptan Fracassa’nın Yolculuğu’nun gezici kumpanyasını anımsatan tiyatro ekibiyle, gerçek yaşam ve kurgu, meta olarak da sinema ve gerçek yaşam iç içe geçiyor. İlişkilerin ne kadarı yapay ne kadarı gerçek kısmı bir yana, sahne arkasında kim kimin yatağından geçiyorsa yol alıyor klişesini de işlerken görüyoruz. Aynı zamanda, her iki çatışmada da “çalışanınla/hastanla ilişki kurma” yasağı hunharca deliniyor. Fransızların rahatlığı için Hollywood’un hicvini sıkça görüyoruz ama kendi ellerinden böylesi bir romantizm katlini görmek şaşırıttı doğrusu. Öyle ki, filmin verdiği tüm romantik duyguları “kim kimle yatarsa yatsın” umursamazlığına bulayarak klasik anlatıdan çıkarıyor: “Özel Bir Kadın” bile daha özeldi sokaklardan geldiği filmde, geldiğimiz noktada aldatmak duygulara sekte vurmuyor. Ben yemedim.
Filmin ikinci yarısında “tanrı rolüne soyunan senarist” söylemiyle pekiştirilen bir The Truman Show vurgusu da var -ki bu da taklitten ziyade saygı duruşu ve çeşitleme olarak kendini gösteriyor. Being There’in Peters Sellers’inden bile tepkisiz Daniel Auteuil’in nihai sorusuna gelen “öyle işte” yanıtı, alışkanlıkların tutkulara ağır bastığı dönemeci bizlere hatırlatıyor. Hitchcock’un dediği gibi, hayattan kesitler. Yine Auteuil’in hippilere “sizin gibiler şimdi nerede, nereye kayboldunuz?” sorusu, hızlı değişime bir başka örnek sahneyle akıllara yerleşiyor. Hayatın tek bir noktaya, anıya saplanmayacak denli dinamik oluşu da, baş aktris kızımızın “o başlangıç noktalarına koyduğumuz kişilerin de bir hayatı var” söylemiyle hatırlatılıyor.
Birkaç kez “bitti galiba” diyerek LOTR finallerini vermeye çalışan Jack Nicholson gibi süreye bakıp durduğum üzere, erken verilen yapboz parçalarıyla beraber, kurguyu beğenmedim. Ama hikayesi güzel ve esas aldığı temaları iyi harmanlayan bir yapım olmuş en nihayet. Her şeyi geçtim, Truffaut’un da çarpılıp yüzüğü Gollum gibi mihraba taşıdığı Ardant’ı şu yaşta hayranlıkla izleyebiliyor olmak, sinemanın büyüsünü tek bir cümleyle özetliyor. Hollywood’da kadın bulamazsınız. Kadın olmaya öykünen kız çocukları bulursunuz. Gerçek kadınlar Avrupa ve özellikle Akdeniz sinemasında ölümsüzce bekliyorlar. Bunu da söyledikten sonra, izleyecek olursanız, keyifli seyirler diliyorum.
Unuttuğum varsa affolmaya.
Not: Çiftin bir de oğlu var ki esas MacGuffin çağımızı temsilen onun varlığı zaten, senaryonun yürümesi için gerekliliğinden öte bir bahsini gerekli görmüyorum.
Fanny Ardant, 75 yaşında.
(bakmayınız: 60 yaşında botoks canavarına dönmüş Emmanuelle Beart)
Doria Tillier.
Filmi izledikten sonra Bobin Kafa’nın Derin İncelemesini izledim benim düşündüğüm şeyleri düşünmüş kendisi o yüzden yazmak yerine videoyu atıyorum. İlham aldığı filmleri merak ediyorsanız mutlaka izlemelisiniz.
@magicalbronze @AntoineRoquentin @Agape ve başlığa cevap olacak bir yorum sunmadan başkasının emeğini paylaşan arkadaşlar:
Verilen linkler bu başlıklara taşınsın lütfen. Kendi adıma, sorulan bir soruya keyifle verilmiş cevabın ardından “hazır yemek” görmek midemi bulandırdı. Üretim görmek istediğimiz başlıklara tüketim malzemesi yığmayalım. Yapılacaksa da bilelim, herkesin kendince değer biçtiği zamanı kendimize saklayalım.
Çok merak ediyorum ama korku/gerilim filmlerini hiç sevmeyen biri olarak tırsıyorum da. Çok kararsızım izleme konusunda.
Body Horror türüne aşina değilseniz izlemek biraz zor olabilir ama 2024 yılında çıkmış en iyi bağımsız filmdir bana göre Universal Studios dağıtım haklarını almıştı ama sonradan filmin aşırı gore olduğunu görünce vazgeçtiler sonra Mubi aldı dağıtım haklarını.
@AlperYlcnky1903 'ya kesinlikle katılıyorum 2024 yılının en iyi bağımsız filmi hatta genel olarak bağımsız veya değil bu yılın en iddialı filmlerinden biri.
Şu an herkese önermekle meşgulüm
Üstat aslında pek korku sayılmaz. Sadece güzel makyajlanmış bir rol var
Son sahnede kan fazla ama artık o kısımlar komedi filmi gibi duruyor.
@AlperYlcnky1903 Aslında benim de aklıma birçok film geldi. Sinek (fly) çok bariz, Elephant Man’ı andıran sahneler vardı. Bir de bu Carrie filmi gibi kan banyosu sahneleri vardı.