En Son İzlediğiniz Film?

Başlangıcında imzaları var ama sinemaya ses gelene kadar sektörün önderi Almanlardı. Zaten WWII’de bilim adamlarıyla yapacakları gibi, WWI sonrasında da bu sinemacıları kendi ülkelerine çekerek işi öğrenip, büyüyüp güçlendiler. Danimarka ve Rus sineması da arkalarından geliyordu ama Hollywood, Eisenstein’i dahi kovacak kadar hızlı büyümüştü.

Şurada verdiğim alıntı da önemlidir:

2 Beğeni

Voyna i Mir / War and Peace (Savaş ve Barış, 1966-67)

“İnsanlar birbirlerini öldürmeye gelir, yarın yapacağımız gibi. Onbinlerce kişiyi kesip boğazlarlar, ve sonra da öldürdükleri adam başına şükran duası alırlar. Ayrıca zaferi yüceltmek için, ne kadar adam öldürülürse o kadar büyük başarı elde edilmiş sayılır. En çok insan öldürenler, en büyük ödülleri alır. Tanrı onlara nasıl bakıyor?”

Tolstoy’un ölümsüz klasiğinin bu nihai sinema uyarlaması, yedi saatlik ekran süresini dört bölüme ayırıyor: İlk bölüm, The Deer Hunter, Generation: War ve hatta The Godfather seyircisine tanıdık gelecek biçimde, masumiyetlerin yitirileceği savaş öncesi ihtişamlı balolar ve gece alemlerinde tanıtıyor karakterlerini bizlere. Baş karakter Pierre, yönetmen Bondarchuk tarafından canlandırılmış. Nataşa’nın (Ludmila Savelyeva) küçüklüğü Austenverse’ten ilham alan Bridgerton güncel serisinde "Eloise"ye karşılık geliyor. Zaten ikinci bölüm tamamen onun duygu dünyasına ayrılmış. Üçüncü ve dördüncü bölümler Napolyon’un 1812 Rusya Seferi etrafında şekillenirken, savaşın her iki taraf için de anlamsızlığı kimi zaman komutanların kendi iç çelişkileriyle de verilerek pekiştirilmiş. Bu bölümlerdeki kalabalık çekimler inanılmaz: Zaten kaydırmalı ve geniş plan çekimler filmde ustalıkla kullanılırken savaş alanında geçen neredeyse 3 saatlik bölümde etkisi büyüyor ve ister Kubrick’in Paths of Glory’sinden sersefil siper savaşını ister Andrei Rublev’den tablo gibi ulusal hazineleri göz önüne getirin, hepsini ihtişamlı biçimde kullanıyor ve yazarın vermek istediği mesajı görselliğin diline çevirmeyi başarıyor. Zaten müziğin de katkısıyla anlatıyı diyalogsuz hallettiği epeyce sahne var yönetmenin. Hipnotize biçimde dinlediğimiz eserlerin hiçbiri de Rus folklorundan bildik eserler değil. Sefiller’de çatışma bölümü kurgu içinde erimemiş, ayrıksı kalmış demiştim, burada uyarlama gücünü bu bölümlerden alıyor. Film En İyi Yabancı Film Oscarı kazanan ilk Rus yapımı olmayı da başarmış 1969 yılında, Milos Forman’ın Firemen’s Ball’unu ekarte ederek. Yine Sefiller’de söylediğim gibi, bu film de uzun uzadıya süresine rağmen bütün kitabı anlatma yetisine ve gayretine sahip değil. Ancak olabilecek en kapsamlı uyarlama da bu. Yani tek bir atış şansınız varsa, doğru yer burası. Romanın da hemen hemen 100. yılına denk geliyor. Tolstoy kitaplar için “en iyilerden başlamazsanız asla onlara sıra gelmez.” demişti, edebiyat uyarlamaları için de bu böyle: Bu filmi izlemezseniz asla bir gün sırası gelmeyecek. Ben yıllarca beklettim, üstüne kaç bin film ve dizi bölümü geldi geçti, kendimden biliyorum. Dolayısıyla, ister sükun ister aksiyon seviyor olun, bu film kaçmaz.

War.and.Peace.1968.Rus.DVDRip.XviD.AC3-DTS.KAMO.CD4.avi_20250815_065311.220

“Ve diyorum ki, iyiliğe inanan her birimiz el ele tutuşalım, ve sadece tek bir bayrağımız olsun, iyi niyetin bayrağı. Demek istediğim, sadece önemli sonuçlar doğuran düşüncelerin daima basit olduğu. Düşüncelerimi şu sözcüklerle özetlemek mümkün: Eğer namussuzlar bir güç oluşturmak için bir araya geliyorlarsa, dürüst insanlar da aynısını yapmalı. Bu kadar basit.”

3 Beğeni

She Devil

“Savaş ve Barış sonrası bu filme beni çeken ne?” diyordum dün harici diskimden flaş belleğe yüklediğim tek film olarak, izlemeye başladığımda “buna benzer ne izlemiştim?” diye sorguladığımda yanıt karşımdaydı:

Evet, film bu öykünün uyarlamasıydı ve bilinçaltım beni buna yönlendirmişti. İyi de etti zira 5.7’lik puanından ötürü “zayıf” zannettiğim uyarlama gayet muntazamdı. ABD Başkanı’na ulaşma tehdidi çıkarılıp, Schubert’in "Bitmemiş Senfoni"si dahil edilerek ufak değişiklikler yaratılsa da, 32 sayfalık öyküden 77 dakikalık filmi metne bağlı kalarak eli yüzü düzgün biçimde çıkarmışlar.

Weinbaum’un sinemaya da çok uygun “bromance” kapsamı dahilinde, biri biyokimyager diğeri beyin cerrahı iki doktor, kusursuz adaptasyon serumunu tüberkülozun pençesinde kıvranan kimsesiz bir kadında denerler. Sonuç beklenmediktir: Sadece fiziksel değil, duygusal uyum da yanında gelir. Öyle ki ilk savunma eylemi olarak saç rengini değiştirir. İstediği her şeyi elde etmek için güç peşinde koşan bu kontrolden çıkmış deneyi durdurmak mümkün olacak mıdır?

Mari Blanchard’ın ustalıkla can verdiği “femme fatale”, çığrından çıkmış zekanın insan doğası için tehdit olabileceği paranoyasını besleyen kuzenlerinden uzak düşmüyor: Çokça bilinen bir edebiyat klasiği ve uyarlaması bunlardan biri.

Diğer yandan, The 27th Day gibi, bu filmin modern uyarlamalarının yapılmaması da, onca nostalji furyasında yakın dönem yapımları çekiliyor iken, garip. Weinbaum’un zaten sinema diline oldukça yakın bir kalemi var. Rahatlıkla her öyküsü uyarlanabilir iken bunu görmemek ancak gişe korkusuyla açıklanabilir. Bunda bile yanılgı payı konmalı diye düşünüyor ve umut ediyorum.

Önceliği aradan çıkardığıma göre, şimdi beğenmeyeceğimden emin olduğum James Gunn uyarlaması Superman’i izleyebilirim.

2 Beğeni

The last of Pompei 1959
Dram - Tarihi - Romantik
İtalyan Filmi


1 Beğeni

Bu seriyi indirmiştim rus yapımı ve onların gözünden nasıl görmüşler diye ve bir umutla izleyeceğim zaman bir türlü gelmedi. Siz paylaşınca gördüm. En çok hayıflandığım şu filmlerin dublajnın olmaması çok üzücü, o kadar kötü ve leş filmlerin dublajı var şu filmlerin yok. İyi seyirler dilerim…

2 Beğeni

Superboy (2025)

James Gunn’u en çok hangi filmiyle severim biliyor musunuz? 2010 tarihli, Ellen Page’in henüz hayatının çıtırında kadın olduğu, Super filmi ile. Süper kahraman parodisi dediğim türün en iyi ve ilk örneklerinden biri idi. Kara mizahı sert finaliyle taçlandırıyordu. Neden sonra sulandı ve GOTG ve SS filmleriyle yeni nesle tanıtılır oldu. Her neyse, bu film de Wall- E ve nicelerinde gördüğüm gibi “yanlış tanıtım” ürünü, kurbanı demiyorum çünkü burada kurban o niyetle salonlara doluşan seyirci. Doğru tanıtılsaymış hiçbir fikir ayrılığı çıkmazmış. Zira kullandığı çok iyi yenilikler var. Olmalı da.

Çünkü bu bir Superman filmi değil. Ne demiştim:

Evet, burada 3 yıllık tecrübesiyle karşımıza çıkan süper oğlan, Supergirl’in “dude” kankası Superboy var. Henüz Superman kıvamına gelmemiş. Film onu mağlup edebilmek için Lex Luthor karakterinin ne kadar zeki olması gerektiği üzerinde duruyor - ki ileride onu anti-kahraman olarak kullanma seçeneğini tamamen yitirmeden yapılmış olması akıllıca. Kriptonlu ebeveynlerin dikta mesajı, hipnotik gözlük, süper köpek Krypto, Justice League öncülü “gang” çete, Oz’dan miras öfkeli maymunlar gibi hoşluklar yanında çağın yansıması asosyal medya şaklabanlıkları, Gunn’un SS’te çok sevildiğini düşünüyor olduğu devasa yaratıklar ve “terk edeyazdım” şımarıklığında bir Lois rahatsız edici unsurlar. Komedi dozu Superboy için uygun. Ancak şunu söylemeli, “kuşak seyircisi” benim için ölüden farksız, Superman benim için şu demek:

Henüz Batman (1989) bile ortada yokken dört elle sarılabildiğim tek çocukluk süper kahramanım. TV’de oynadığında hemen kasetçalarımı hazırlar, TV’yi son ses açar ve müziğini kasede kaydederdim. Hele ki ikinci film, TDK ve Winter Soldier gibi türün başyapıtları bugün varsa onun sayesinde var, kurgusu bugün için bile muazzamdır. Yok şekermiş, henry imiş, geçiniz. Hangi “çeşitleme” der, tartışırsınız, ancak Superman tektir ve öyle kalacaktır.

Dolayısıyla, DCU reset için güzel ve umutlandırıcı bir başlangıç. Taikiki/Thor serisi gibi sululuk seviyesini yükseltmedikçe “Gods and Monsters” ile Alex Ross’tan kelli “modern mitoloji” süperkahramanlarına hak ettikleri saygınlığı kazandırma ihtimalleri bir Marvel küskünü olarak heyecanlandırıyor. Umarım kökenlere daha bağlı kalarak güzel işler yaparlar.

Son olarak, üşendiğimden, Savaş ve Barış editimi buraya düşüyorum: Bondarchuk’un sivil gözlemci olarak askerler arasında dolaştığı savaş meydanı, aynı zamanda yönetmen olduğundan, oyuncular arasında dolaştığı set olarak bir “meta” güzellik yaratmış. İleride okuduğumda hatırlamam üzere not düşeyim.

Bu kadar filmden sonra artık üç beş yıldır seyredip eklemediğim ne varsa IMDB ve Criticker ile kendi dosyalarıma kaydetme işini aradan çıkarayım yoksa mevcut emek yarım yamalak veriyle çöp olacak. Haydi ELeCTrO, pamuk eller webe…

2 Beğeni

MV5BMjE0NjM3Njc0Nl5BMl5BanBnXkFtZTcwMjAwNjEzMQ@@.V1

Beau-pére

Going Places ve Get Out Your Handkerchiefs kara komedilerine bayıldığım Bertrand Blier bu sefer kantarın topuzunu kaçırmış. Places gibi bunu da önce romana döken yönetmen, önceki filmlerin baş oyuncusu Dewaere’yi “üvey baba” yapıp, aküsü bozuk arabaya binen sevgilisini anlamsızca öldürmekle kara mizah perdesini kapatıp, Leon’un Fransa’da çekildiğini bana unutturan bir tercihle, 8 yıl elinde büyüttüğü üvey kızının babası yerine kendisiyle kalmayı tercih etmesi sonrası fiziksel olarak yakınlaşmalarını (30 yaşındadır) ve dahi kızın bakıcılıktan kazandığı parayla geçinmelerini sahneler. Happiness ve Oldboy yanına ekliyorum bu filmi, ahlaken onaylamadığım küme içine, finalde açtığı yeni döngü de güldürmüyor, sadece dehşete düşürüyor. Müzikleri Philippe Sarde’nin yaptığını görünce zaten “eyvah” dedim, güzelim piyano nağmeleri filmi gereksiz yere yükseltecek. Aldığı tüm övgüleri Sarde hak ediyor. Ariel Besse’nin 3 yıl önce 56 yaşında hayatını kaybettiğini de buraya not düşeyim.

2 Beğeni

Siraa fil Wadi 1954
Dram - Romantik
Mısır filmi
Ömer Şerif
Türk filmi izledim sanki, konusu, müzikler, oyuncular, yoksunluk ve yoksulluk, çaresizlik, zengin kız ve fakir oğlan vs vs…


2 Beğeni

Öncelikle, R.I.P. Terence Stamp. Filmler var oldukça hatırlanacak olmak güzel.

La Revolution Française

Fransız Devrimi 200. yıldönümü için birkaç ülkenin ortaklığında çekilen 5, tam hali 6 saat olan iki bölümlük yapım, gerçeklerden mümkün mertebe ayrılmadan belgedöküm bir seyir sunuyor. Özellikle halk meydanında giyotin idamları için toplanan kalabalığın, kadınları örgü örerken, erkekleri meyve yerken, çocukları ellerinde çiçeklerle kutlamaya gelirken göstermesi güzeldi. Victor Hugo ve Alexandre Dumas gibi yazarların eserlerinde dehşet içinde okuduğumuz zeminin altına sızan kan banyosu da ihmal edilmemiş. Robespierre, Saint Just, Camille Desmoulins, Marat, Klaus Maria Brandauer ile Danton, bir John Adams kalitesinde olmasa da, üstünden 250 yıl bile geçmemiş dönemi yeniden yaşatıyorlar. Gotik edebiyatın beslendiği damarlar bunlar. Sonrasında Napoleon başa geçecek, onu Temmuz Devrimi ve İkinci Cumhuriyet takip edecek, henüz bir asır geçmeden küresel savaşlarla şiddet yine insan doğasının gerçek yüzünü ortaya sürecekti.

İkinci bölümde Christopher Lee giyotin başında vazife gören cellat rolünde karşımıza çıkıyor. Gereksiz bir kasting. 5 saate değer miydi denirse cevabım “hayır” olacaktır. Arşivimden silmek üzere seyretmiş bulundum -ki ikinci bölümü üç kere uyumak suretiyle bitirebildim.

2 Beğeni

Al Ard - The Land 1970
Dram
Mısır filmi
:yawning_face::sunglasses:
Konusu:
Küçük bir köylü köyünün, büyük yerel toprak sahiplerinin umursamazca saldırılarına karşı verdiği mücadele. Toprak, siyasi baskının, mirastan mahrum bırakılanlar arasında neden illa ki bir dayanışma duygusu yaratmadığını gösteriyor.


1 Beğeni

mission_impossible__the_final_reckoning_ver23

Mission: Impossible - The Final Reckoning

Gömüldüğü haliyle bile Die Hard 5 gibi hüsranlardan çok daha iyi bir film. North by Northwest esinli bu afiş tasarımını da yeni gördüm, güzel düşünülmüş. Sonraki halkalarda iki yeni ekip üyesiyle yola devam edilir sanıyorum, gönül ister ki son sahnedeki kadının Ilsa olduğu fan söylentisi gerçek kılınsın.

3 Beğeni

Paylaştığınız görsel bana James Stewart’ın filmlerini bir başka bir seviyede olan ve bir çok hikayeyi de içinde barındıran masalımsı bir dünyanın adıdır. Yıllar yıllar önce izlemiştim, bu filme benzer bondvari bir çok filmin çekildiği film endüstrisi bu filme yaklaşan o kadar az film var ki. James Stewart’ın en sevdiğim yanı korkuyu o kadar hissetiriyor ki sanki yaşıyormuş gibi oluyorsunuz. Bu korkuyu yine iliklerime kadar hissettiğim Vertigo filminde yaşamıştım. Gelin görün ki bu bir hastalık adı imiş ve yıllar sonra bu rahatsızlığa bende yakakandım ve bir türlü de kurtulamdım. :disappointed_relieved:

1 Beğeni

North By Northwest için konuşuyorsanız, zaten serinin arketipi kabul edilir. Cary Grant fazla yaşlı bulunduğu için Connery seçildi uyarlamalar başladığında. Stewart da o da 4’er filmde rol aldılar Hitchcock filmografisinde. Vertigo’da Stewart vardı, burada Grant. Vertigoda kalsiyum karbonat kristalleri yer değiştiriyor, manevraları da var çoktan bilgilendirildiğinizi sandığım üzere. Geçmiş olsun. Tinnitus yoktur umarım.

2 Beğeni

Teşekkür ederim güzel dilekleriniz için. :blush:

2 Beğeni

Ölümsüz Ethan ve sevimsiz arkadaşlarının dünyayı yok olmaya 0.1 milisaniye kala kurtardığı doğaüstü maceraları kaldığı yerden devam ediyor.

Son birkaç film nasılsa bu da öyleydi. Fazladan bir artısı ve eksisi bence yok. Sadece önceki filmler çatışmalar olsun araç kovalamacaları olsun daha şehir ortamlarında geçerken bu diğerlerine nazaran çok daha gözden uzak, münzevi yerlerde geçiyor.

Sürekli aralara serpiştirilen flashbackler bir süre sonra sıksa da eski filmlere olan göndermeleri beğendim. Süresi ise çok uzun ve 3 saatin 1 saati bahsettiğim flashbacklere, duygusal monologlara ve “Dünyanın kaderi Ethan’ın elinde” söylemlerine gidiyor. Aslında Dead Reckoning ve bu filmin ağda gibi uzatılan bu tip kısımları kesilip tek bir film yapılabilirmiş.

1 Beğeni

Hayalet Avcıları: Ürperti

Bütün film boyunca kötü hayaletin ortaya çıkmasını bekleriz. Sonunda ortaya çıkar, on dakikada yeneriz! isimli kalıp filmimiz eğlenceliydi. En eğlenceli yanı ise sondaki Ray Parker Jr. - Ghostbusters tı tabiiki. :smiley:

:smiley: :smiley: :ghost:

1 Beğeni

Ahdat Sanawovach El-Djamr 1975
Cezayir filmi
Dram - Tarihi
İbni Haldun’un meşhur sözü “Coğrafya kaderdir” sözünün ne kadar yerinde bir söz olduğunu tekrar tekrar görmek üzdü. Çaresizlik ne kadar kötü bir durum. Ailenin geçimini sağlayamamak, çocuklarına mahçup olmak, kazancın senede ektiğin ekinin istediğin gibi ürün vermemesi, yılda sadece bir veya iki kere yağmur yağıyor olması. Su için iki kabile arasında süre gelen devamlı savaş ve işgalci Fransa’nın baskısı. Su hayatın kendisidir. Suyun olmadığı yerde ne sevgi ne de saygının yitirilmesi. Erkek kadına, anne çocuğuna, su ise insanlığa aşıktır. Filmi izlerken o çocukların hüznü içimi yaraladı hakeza anne ve baba olmanın da ne kadar zor mücadele gerektiğini görmek saygı duyulası bir dırum. İkinci dünya savaşını cezayir insanı üzerinden anlamaya çalişmak karmakarışık dıyguları yaşattı. Tr Altyazılı olarak izleyebilirsiniz lakin youtube hd den filmi indirirseniz izleyebilirsiniz.


3 Beğeni

Theif - Soygun 1981
Aksiyon - Trajedi - Soygun
Konusu;

  • Yıllarca hapis yattıktan sonra, usta kasa hırsızı Frank, yüksek riskli mücevher soygunları için paravan görevi gören bir araba galerisi ve bir kokteyl salonunun sahibi oldu. Mafya için son bir büyük soygunu daha tamamlamak istiyor.

  • Frank, yüksek profilli elmas işlerinde uzmanlaşmış, profesyonel bir kasa hırsızıdır. Hapishanede uzun yıllar geçirdikten sonra, hayattan ne istediğine dair oldukça somut bir resme sahiptir: güzel bir ev, bir eş ve çocuklar da dahil. Seçtiği meslek sayesinde bu kolajın parçalarını bir araya getirebildiği anda emekli olmayı ve örnek bir vatandaş olmayı planlar. Bu süreci hızlandırmak için, büyük bir gangsterin büyük bir hesabını kapatmak üzere anlaşma yapar. Ne yazık ki, Frank’in Amerikan Rüyası’nın kendi versiyonuna olan takıntısı, son işi için anlaşma yaparken doğal tedirginliğini ve güvensizliğini göz ardı etmesine neden olur. Böylece özgürlüğü, bağımsızlığı ve nihayetinde hayali elinden alınır ve tuzağa düşürülür.

1 Beğeni

F1intstones: The Movie

Rome’un Brutus ve Octavia’sını bir araya getiren filmde Hakan Altun’u Hit the Apex’te motor sporlarına tutkusuna kani olduğumuz Brad Pitt’in eski ekip arkadaşı ve yeni patronu olarak görüyoruz. Yönetmenin Maverick’ten getirdiği kimi trükler var. “Bu işi ancak sen yapabilirsin” yiğidimizin onu getirenlerce kovulması, neden sonra rüştünü ispatlayarak herkesi sıra gecesine davet etmesi gibi güzellikler burada da siz seyirciler için incelikle düşünülmüş. F1 bilen, izleyen seyirci için masalsı detaylar var ama “güzel bir hikayeyi asla gerçeklerle bozma” düsturuna bağlı kalınmış. Güzel bir hikaye olsaydı keşke… Seyirciye bir kazanım ben vereyim: Pitt’in cebine attığı ve asla görmediğiniz iskambil kartı bir macguffin örneğidir. Ford vs. Ferrari vasatlığında kalıp Rush seviyesine çıkamamış, live-action kardeşleriyle birlikte asla bir Senna dökümanteri olamayacak gruba katılmış vizyon filmi. Bu böyleyse Grand Prix ve Le Mans’ı tahmin edemiyorum ('66, 71).

3 Beğeni

Enola Holmes ü izledim hemde bilmem kac kez tek kelimeyle Mükemmel. Izlemeyenlere şiddetle öneriyorum. Gizem, suç, macera ve aksiyon sevenler asla ama asla pişman olmayacaklar (belki çoktaan izlemişsinizdir😄)

3 Beğeni