Üniversite sınavı geçti sonunda. Ben de ayın kalanında çizgi roman okumaya ağırlık vereyim dedim. Kısaca bu ay sadece çizgi roman okudum. Uzunca bir zamandır düşündüğüm Marvel Unlimited üyeliğini aldım, bir iki ay deneyeceğim. DC’den okuduklarımı mecburen korsan okuyorum ama DC Universe Infinite Türkiyede kullanıma açılınca kesinlikle alacağım. Birkaç tane de fiziksel okuduğum var. Önce fiziksel okuduklarımı yazacağım sonra karışık sırayla dijitalleri yazacağım.
Arkadaşım Dahmer: Seri katil Jeffrey Dahmer’ın yaşam öyküsünü anlatan bir çizgi roman. Bu çizgi romanı diğer seri katil hayat hikayelerinden ayıran şey ise hem yazar hem de çizer olan Derf Backderf’ün Jeffrey Dahmer’ın lise arkadaşlarından biri olması. Kitap Backderf’ün ve liseden arkadaşlarının Dahmer ile ilgili anılarını Dahmer’ın sorgulanırken anlattığı olaylarla harmanlayıp Dahmer’ın ilk cinayetinden öncesini yani bir bakıma bir seri katilin oluşma sürecini anlatıyor. Çizimler başarılı ama üzerine çok konuşmaya gerek duymuyorum. Seri katil hikayelerine ilgi duyan herkese öneririm.
George ve Gwen Stacy’nin Ölümü: Fikirlerimin biraz karışık olduğu bir çizgi roman oldu bu. Bu biraz normal aslında, çünkü bu kitap farklı kişilerin yazdığı iki hikayenin bir arada basılmışı. Neden bilmiyorum Stan Lee’nin yazdığı hikayeyi zayıf buldum. Baba John Romita da Gil Kane de çok iyi çizerler ama Stan Lee’nin senaryoları onlara kendini gösterme fırsatı vermemiş. Dövüş sahnelerinde yaptığı her hareketin yazıyla belirtilmesi sinirimi bozdu. Bunları çizimden görüyorum zaten bir de yazıyla yazılması gereksiz. Genel olarak diyalogları gerçekçi bulmadım. Politik mesajlar verilmiş ama fazla göze sokulduğu için onları da beğenemedim. Peter’ın başının sürekli derde girmesi sevdiğim bir konsepttir ama burada onu da beğenmedim. Peter Stan Lee hikayeyi bir yöne götürmek istediği için mantıksız hareketler yapıyor, yaşadığı problemler doğal hissettirmiyor. Normalde bunlar o dönemin problemi derdim ama aynı kitabın içinde bir tane de Gerry Conway’in yazdığı hikaye var. Gerry Conway Stan Lee dışında Spider-Man yazan ilk adam. Ve onun yazdığı iki sayı Stan Lee’nin yazdığı sayılar kadar sorunlu gelmedi bana.
Çizgi romanın adı zaten bir spoiler, Gwen Stacy ölüyor. Bence Gwen Stacy’nin ölümü fazla aceleye getirilmiş gibiydi ve o sayının diyaloglarında saçmalıklar vardı. Ama Gwen’in ölümünden sonrasını ve Norman Osboune’un ölümünü anlatan sayı daha başarılı. Hem arada çok güzel replikler var hem de Gwen’in ölmesinin Peter Parker’a etkisi güzel işlenmiş. Kısaca Gerry Conway’in yazdığı iki sayıdan birini gerçekten beğendim Stan Lee’nin yazdığı dört sayıyı ise beğenmedim. Yani çoğunluğunu beğenmediğim bir çizgi roman oldu. Ama beğendiğim bir sayı ve genel olarak beğenmedim dediğim sayılardaki bazı iyi fikirler yüzünden keşke okumasaydım demiyorum. Aşağıda bunu diyeceğim şeyler de var. Klasik bir hikayeyi 73’te yayınlandığı gibi tecrübe etmek isteyen kişiler okuyabilir.
Venom’un Doğuşu: Fiziksel olarak okuduğum efsaneleşmiş bir Spider-Man hikayesi. Ama hikayenin efsane statüsüne rağmen bunu da beğenemedim. Hikayeyi oluşturan sayılar art arda çıkan yayınlanmıyor, araya yıllar giriyor. Dolayısıyla çok fazla yazar çizer değişikliği var. Yazarlar arasında anlamlı bir fark hissetmedim. Ama çizerler arasında bir fark var, Todd McFarlane çizimlerini gerçekten çok beğendim. İnsanların anatomiye aykırı olduğu için eleştirdiğini biliyorum ama daha gerçeklikten uzak çizimleri de beğenen biri olarak bunlar beni rahatsız etmiyor.
Dediğim gibi bir sürü yazar var ama hiçbirini beğenmedim ben. Diyaloglar kötüydü. Aradan geçen 20 yılda Stan Lee’nin üzerine hiçbir şey koyamamışlar. Ve artık o dönemin şartları diye de geçiştiremiyorum, benzer dönemde çıkan Chris Claremont X-Men hikayelerinde diyaloglar çok daha düzgün. Grafik roman değil de aylık yayınlanan sayıların derlemesi olması da senaryoyu kötü etkilemiş. Yeni okurlar girebildim diye önceki sayıdan biliyor olduğumuz şeyler tekrar tekrar açıklanıyor. Siyah kostüm gibi görece küçük şeylerde bunu görmezden gelebilirim ama örümcek hissinin nasıl çalıştığını da birden fazla defa açıklamasına bir zahmet. Kitabın çoğunda Venom yok. Siyah kostümün üzerinde çok fazla durmuşlar. Spectacular Spider-Man çizgi filmi gibi başka yerlerde siyah kostüm hikayesinden daha çok zevk almıştım. Kostümün simbiyot olması Peter’da hiçbir değişiklik yaratmıyor, ona hiçbir zarar vermiyor. Haikyeye yapılan değişikler nereden çıktı bilmiyorum. Spider-Man The Animated Series’in çıkmış olabilir. Yine de buradaki rüya sekansını gerçekten çok beğendim. Favori sahnem oldu. İkinci ciltte Venom geldikten sonraki kısımlardan daha çok zevk aldım. Bunda çizimlerin de etkisi yadsınamaz tabi ki.
Genel olarak çok memnun kalmadım. Ama Venom’un nasıl oluştuğunu merak eden kişilerin okuyabileceği bir hikaye.
Marvels: Bunu forumda okuyanlar olabilir, ben Marvel Unlimited üzerinden okumuş olsam da Türkçe çevirisi var. Aslında okuma sebebim, özellikle Kingdom Come’ın etkisiyle, favori çizerlerimden briç haline gelen Alex Ross’tu. Mesela Justice’i de bu yüzden okumuştum ve çizimlerden memnun kalmıştım. Ama burada beklediğim kadar iyi çizimlerin yanında çok iyi bir hikayeyle de karşılaştım.
Hikaye 1939’da başlıyor ve ana karakterimiz Phil Sheldon ile tanışıyoruz. Kendisi sıradan bir gazete fotoğrafçısı. Sevgilisiyle evlenmeyi planlıyor, o sırada yeni başlamış olan ikinci dünya savaşını fotoğraflamak için Avrupa’ya gitmek istiyor vb. Ama tam da o sırada New York’ta süper kahramanlar ortaya çıkmaya başlıyor. Ve kitap yeni yeni ortaya çıkan süper kahramanlar hakkında halkın ne düşündüğünü işliyor. Marvels bize 1939 ile 1973 arasında çıkan en önemli Marvel anlarını fotoğrafçı Phil Sheldon’ın lensinden gösteriyor. Ama bunu bir hikayenin içine yedirerek yapmayı başarıyor, yani Marvel evreni tarihi okuyormuş gibi hissetmiyorsunuz. Sheldon’ın hikayenin sonunda vardığı sonuca çok katılmıyorum ama sona doğru görünen ufak bir detay sonu çok beğenmemi sağlıyor. Hikayeler genel olarak gümüş çağ tonundan çıkmadan işlense de diyaloglar daha başarılı. Tabi bazı yerlerde orijinal replikler kullanılmış. Benim en ilgimi çeken kısımlar X-Men’i işleyen kısımlar oldu. İnsan hakları, azınlıklar ve soğuk savaş politik gerginliğini açık açık söylemeden X-Men’e bağlamayı başarmışlar. Marvels benim favori Marvel çizgi romanlarımdan biri oldu ve Marvel evrenine uzaktan yakından ilgisi olan herkes okumalı. Hatta Marvel evrenine ilginiz yoksa bile bir deneyebilirsiniz, hikayeleri sevmeseniz de çizimlerden memnun kalacağınız eminim.
Ruins: Bu ay en beğenmediğim şey açık ara bu oldu. Warren Ellis gibi iyi olarak tanınan bir yazar orijinal hikayeden bir yıl sonra Marvels’a cevap gibi bir şey yazmak istemiş. Süper kahraman hikayelerine gerçekçi bakmaya çalışmış ama gerçekçi olacağım diye aşırı karamsarlaşmış.
Ana karakterimiz Marvels gibi burada da Phil Sheldon. Ama dünya bildiğimiz Marvel evreni değil, bildiğimiz evrene Murphy kanunu uygulanmış hali. Ters gidebilecek her şey ters gitmiş. Çoğu kahraman güçlerini alamamış ve deney sırasında ölmüş. Güçlere sahip olan istisnalar da bunları kötüye kullanıyor. Ama neyin neden olduğu anlaşılmıyor. Hikaye fazla kopuk. Daha doğrusu bir hikaye yok. Sadece iki sayı sürüyor ve buna rağmen bütün Marvel karakterlerinin sonunu göstermeye çalışıyor. Dört sayfa alan karakter yok sanırım. Dolayısıyla aradaki birkaç güzel fikir de detaylı işlenmemiş.
Hikaye hiçbir yere bağlanmıyor, hiçbir şey söylemiyor, hiçbir şey anlatmıyor. Sadece mutasyonları yüzünden acı çeken süper kahramanlardan bir kolaj sunuyor. Bu kitap yazılmasa hiçbir şey değişmezdi. Başarılı bir eserin antitezi olsun diye bir hikaye yazan adamın kendi yazdığı eseri de aynı derecede kaliteli yazması gerekir. Warren Ellis bunu yapamamış. Bunu iyi yapan adam Kingdom Come ile Mark Waid mesela. Hem de Kingdom Come Ruins’in antitezi bile sayılabilir. Ama daha çok 90lar Image çizgi romanlarının eleştirisi derim ben.
Ruins’in hikayesini bu kadar eleştirdim ama başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Çizimler gerçekten harika. Tarz olarak Dave McKean’in Arkham Asylum’daki çizimlerine benzettim. Neden bilmiyorum ikinci sayının ortasında çizer değişiyor. Yeni çizer de aynı derecede başarılı bence. Keşke bu kadar güzel çizimler bu saçma sapan hikayede olmasaydı.
Yazıdan da anlayabileceğiniz üzere pek memnun kalmadım. Eğer body horror ve rahatsız edici görüntüler arıyorsanız okuyabilirsiniz ama.
Daredevil Yellow: Jeph Loeb ve Tim Sale’ın DC için yaptıkları Batman Long Halloween’i çok beğenmiştim. Bu yüzden, Tim Sale’ın ölümünün de etkisiyle, aynı ikilinin Marvel için yaptığı renk serisini okumaya karar verdim. Bunlar hem ana evrenden hem de birbirlerinden bağımsız grafik romanlar ve anladığım kadarıyla her biri başka bir süper kahramanın kaybettiği aşkına odaklanıyor. Zamanında üç tanesi Türkçeye çevrilmişti. Daha ilk sayfadan Daredevil’ın yakın zamanda ölen Karen Page’e bir mektup yazmasıyla başlıyoruz ve bu mektup hikayenin çerçevesi olarak kitap boyunca parça parça veriliyor. Matt bize hayat hikayesinin önemli bir kısmını anlatıyor dolayısıyla çizgi roman bir Daredevil origin hikayesi görevi de görüyor.
Kitabın adını çok beğendim. Sarı görünüşte Daredevil’ın ilk dönemlerinde giydiği sarı kostümü temsil ediyor. Ama İngilizce’de sarı korkak anlamında da kullanılır. Bu başta ironik duruyor çünkü Daredevil’ın lakaplarından biri “Korkusu Olmayan Adam”. Ama kitabın Daredevil’a bu lakabı talan kişi olan Karen Page’in ölümünü konu aldığını düşününce taşlar yerine oturuyor.
Matt, Foggy ve Karen gibi sık gördüğümüz karakterler iyi yazılmış, diyaloglar inandırıcı. Matt’in günümüzde yazdığı mektup da çok hoşuma gitti. Uyarladıkları hikayelerdeki gümüş çağ havasını bozmadan modernleştirmeyi başarmışlar. Çizimleri beğendim ama Sale’ın DC için çizdikleri daha başarılı bence. Genel olarak çok memnun kaldığım bir hikaye oldu. Karakteri seven, Daredevil çizgi romanlarına başlamak isteyen, Marvel seven veya süper kahraman aşk hikayelerini seven herkese öneririm.
Spider Man Blue: Loeb ve Sale’ın renk serisinin ikinci kitabı. Spider-Man ile Daredevil Yellow tarzı bir hikaye olacaksa kimin konu alınacağını hepimiz biliyoruz. Yukarıda da konusu geçen Gwen Stacy. Daredevil Yellow’un aksine Peter Parker Gwen’e mektup yazmıyor onun yerine ses kayıtları tutuyor. Bence arada çok fark yok, hikayenin çerçevesi yine bu ses kayıtları. Spider-man’in üniversite yıllarında yaşanan bazı olayların yeniden anlatısı gibi aslında. Ama Loeb bu olaylar arasında orijinal hikayelerde olmayan bir bağlantı kurmuş.
Orijinal hikayelerdeki Gwen Stacy’nin problemi bir karakter olamaması bence. Bunu sadece ben demiyorum, Gwen’in ölümünü yazan Gerry Conway de aynısını söylüyor. Burada Jeph Loeb Gwen’den bir karakter yaratmayı başarmış. Gwen dışında Mary Jane, Harry, Flash gibi diğer yan karakterleri de beğendim. Mary Jane’in ilk göründüğü sahne gibi bazı sahnelerde orijinal çizgi romanlardan replikler birebir kullanılmış. Ama Loeb’un orijinal diyalogları Stan Lee’ninkilerden çok daha başarılı bence.
Sale’ın çizimleri burada Daredevil Yellow’dan net şekilde daha iyi bence. Ama yine de Spider-Man Blue’yu DC için çizdiklerinden geride görüyorum.
Spider-Man Blue’nun karakteri seven herkesin okuması gereken çok başarılı bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Gümüş çağ çizgi romanlarını beğenmeyen biri olarak çok zevk aldım, eğer siz o dönemleri seven biriyseniz daha çok beğenirsiniz.
Superman For All Seasons: Bunu ayın başlarında yani Tim Sale’ın ölümünden önce okumuştum. Yine bir Jeph Loeb ve Tim Sale çizgi romanı. Ama bu sefer renklendirmeyi yapan Bjarne Hansen’i de anmak istiyorum. Bence Tim Sale’ın en başarılı çizimleri buradakiler ve bunda renklendirmenin de payı büyük.
Baştan uyarayım bu kitap klasik bir Superman hikayesi değil. Hatta klasik bir süper kahraman çizgi romanı değil. Hikayede bir tane bile süper kötü yok. Daha çok Clark Kent’in karakterine dair bir şeyler söylemeyi amaçlıyor. Bu hikayede çerçeve olarak normal insanların Superman hakkında düşünceleri kullanılmış. Her sayıda farklı bir anlatıcı var. Bu anlatıcılar Jonathan Kent, Lois Lane, Lana Lang ve Lex Luthor. Farklı kişiler Superman hakkında farklı fikirlere sahip ve bu dört kişi bütün toplumun Superman hakkında fikirlerini gösteriyor. Bu açıdan Marvels’e de benziyor aslında. Superman’i anlamak için en iyi eserlerden biri bence.
En iyi loeb sale işlerinden biri olduğu kesin. Galiba hala Long Halloween favorim ama Superman For All Seasons da aynı seviyede. Yukarıdaki çoğu şeyi karakteri sevenlere önermiştim bunu ise Superman’i sevmeyenlere bile öneriyorum.
Batman Ego: Darwyn Cooke’un hayat hikayesi bana çok ilginç geliyor. Gençliğinde çizgi romanları denemiş ama para kazanamadığı için bırakmış. 10 yıl kadar sonra The New Batman Adventures için Bruce Timm’in animasyon ekibine başvurmuş ve storyboard sanatçısı olarak kabul edilmiş. Orada başarılı olunca da bir Batman bölümünde kullanılsın diye ortaya attığı ama kabul edilmeyen bir fikri biraz değiştirip çizgi roman haline getirmiş. O fikir de Batman Ego. Batman Ego beğenildikten sonra Darwyn Cooke animasyondan uzaklaşıp çizgi roman yazarı ve çizeri haline gelmiş. Yine de ara ara Bruce Timm’in DC animasyon evrenine katkılar vermiş, muhtemelen en önemlisi Batman Beyond’un introsu.
Superman For All Seasons için dediklerimin çoğu Batman Ego için de geçerli. Bence Batman’i anlamak için en önemli çizgi romanlardan biri. Bruce Wayne yaşadığı bir olaydan sonra Batman olmayı bırakmaya karar veriyor. Hikayenin kötü karakteri de Bruce’a suçla savaşmayı bırakamazsın diyen Batman. Bruce Wayne Batman çatışması daha önce başka Batman hikayelerinde işlenmişti. Ama burada çatışmanın görselleştirilmesi bu versiyonu diğerlerinden çok daha etkileyici yapmış. Batman resmen bir canavar gibi görünüyor. Matt Reeves The Batman’de Ego’dan ilham aldığını söylemişti ama ne görsel anlamda ne de hikaye anlamında etkilendiğini söyleyemem. İşlediği temalar yönünden etkilenmiş, Robert Pattinson’ın Batman’i buradakine çok yakın bir yere geliyor, ama Long Halloween ve Year One’ın yanında sayılacak kadar bir etkisi yok bence.
Yukarıda aslen çizer olan Darwyn Cooke’un yazdığı hikayeyi yeterince övdüm. Şimdi biraz da çizimlerden bahsedelim. Darwyn Cooke’un çok kendine has bir çizim stili var. Burada da o stilin ilk örneğini görüyoruz. Doğal olarak sonradan olacağı kadar başarılı değil ama yine de sonra olacağı şeyin ön izlemesi gibi. Henüz animasyonculuğu üzerinden atamamış, panel kullanımı ve aradaki geçişler bana bir storyboard gibi geldi. DC sürekli çok kaliteli animasyonlar yapıyor, umarım bir gün bu hikayenin animasyon uyarlamasını görürüz. İyi yapılırsa resmen bir görsel şölen olabilir.
Bence gelmiş geçmiş en iyi Batman hikayelerinden biri. Sadece Batman’e odaklananlar arasında en iyisi bile olabilir. Herkese tavsiye ederim.
Death of Captain Marvel: Kaptan Marvel’in Ölümü Jim Starlin’in 1982’de yazıp çizdiği bir grafik roman. Grafik roman diyince çok uzun sanmayın, 60 sayfada falan bitiyor. O dönemde Marvel bir grafik romanlar serisi yapıyormuş. Bunların çoğu ana evrene etkisi olmayan hikayeler olsa da Kaptan Marvel’in ölümü ana evreni de etkileyen bir hikaye.
Beğendiğim bazı fikirler ve bazı diyaloglar olsa da aynı temayı çok daha iyi işleyen All Star Superman’le kıyaslamadan duramadım. Neden bilmiyorum bu hikayede tam olmayan bir şeyler var.
Starlin’in yazdıklarından daha önce Infinity Gauntlet’ı okumuştum ve yazarlığında aynı problemleri hissetmiştim. Burada kendisinin aynı zamanda fena olmayan bir çizer olduğunu öğrendim. Çizerliği de yazarlığı da başkaları kadar iyi değil ama ikisi de ortalamada.
Bence iyi sayılabilir bir hikaye. Çizimler de hikaye de vasat. Ben bunu Ruins gibi hikayenin kötü yazıldığı ama çizimleri süper bir şeye tercih ederim.
Daredevil Love And War: Yukarıda bahsettiğim Marvel grafik romanlarından bir tanesi de bu. Yazar Daredevil’ı Daredevil yapan adam Frank Miller. Çizer ise Bill Sienkiewicz (umarım yazabilmişimdir).
Bill Sienkiewicz’in buradaki çizimleri gerçekten muazzam. Sienkiewicz’in normal süper kahraman hikayesi çizimleriyle alakası olmayan çok ilginç bir stili var. Bana biraz Arkham Asylum’u hatırlattı. Adama hayran kaldım ne çizse okurum. Tabi çinileme ve renklendirmeyi başkasının yaptığı yerlerde bu kadar deneysel işler çıkacağını sanmıyorum.
Hikaye Vanessa Fisk ve Wilson Fisk ilişkisine odaklanıyor. Diyaloglar fena değil ama hikaye bana hissettirmeye çalıştığı duyguları geçiremedi. Tam olarak sıkıntısını söyleyemesem de sıkıntılı bir hikaye.
Karakteri sevenler bakabilir. Bakan herkesin çizimlerden memnun kalacağına eminim ama hikaye için aynısını söyleyemem.
X-Men God Loves Man Kills: Karakterleri bilsem de hiç X-Men okumamıştım. Bu yüzden yine yukarıda bahsettiğim Marvel grafik romanlarından biri olan Tanrı Sever İnsan Öldürür’ü okumaya karar verdim. Çünkü bu hikaye ana evrenden bağımsız olarak yazılmış. Karakterleri bilmek dışında bir şey gerekmiyor. Okuyunca gördüm ki bu hikaye X-Men 2’nin uyarlamaya çalıştığı hikayeymiş. Çalıştığı diyorum çünkü kaynak materyal filmden çok daha başarılı.
Mutantlara dini sebeplerle karşı olan ve mutantları öldürmek gerektiğini savunan William Stryker isimli bir kült lideri kitabın ana kötüsü. Ve kötü karakter tüm mutantlara karşı olduğu için bu sefer Magneto da X-Men’e katılıyor. Kitabın söylemeye çalıştığı bir şey var, dolayısıyla odak büyük aksiyon sahnelerinde değil diyaloglarda. Mutantlara karşı ırkçılık temasının işlenme şeklini beğendim. Neredeyse tüm X-Men hikayeleri ırkçılık için bir alegori gibi okunabilir. Bu ise benzerlikleri görmek için ekstra okumaya bile gerek olmayan bir hikaye. Hatta Kitty Pryde mutantların durumunu örneklemek için N-word bile kullanıyor ve Marvel Unlimited kelimeyi sansürlemiş. 80lerde yazılmış ve bağlam içinde ırkçı olmayan bir kelimeyi sansürlemek bence çok saçma. Bazı fikirler bana biraz absürt geldi ama diyalogları beğendim.
Çizimler fena değildi. Özellikle dikkatimi çekmediler ama hikayenin karanlık tonuna uygundular.
Okuduğum üç Marvel grafik romanı arasında en iyisi buydu. Diğer ikisinin hikayesinden memnun kalmama sebebim de ilk bunu okumam olabilir. Chris Claremont’un X-Men serisini de okumayı düşünüyorum. Umarım onlar da bu kalitededir.
Beta Ray Bill: Daha önce Daniel Warren Johnson’dan Wonder Woman Dead Earth’ü okumuştum. Kendisi o zaman harika bir çizer ve fena olmayan bir yazardı. Image’dan çıkan bağımsız işleri Extremity ve Murder Falcon’un daha iyi olduğunu duymuştum. Onları hala okumadım ama Marvel Unlimited almışken geçen yıl Marvel için yazdığı Beta Ray Bill’i okuyayım dedim. Ya aradaki iki yılda kendini yazarlık anlamında çok geliştirmiş ya da bir sebeple Wonder Woman Dead Earth’te tüm yeteneklerini gösterememiş. İkincisi daha muhtemel.
Hikaye günümüz Thor serilerinde yaşanan bazı olayların Beta Ray Bill’e yaptığı etkiyi konu alıyor. O Thor hikayelerini bilmiyorum ama Beta Ray Bill kendi başına da yeterli bir hikayeye sahip. Bill’in karakter arcını başarılı buldum. Skuttlebutt ve Skurge de okuması zevkli karakterlerdi. Hikaye aşırı derin ve uzun analiz yapılacak bir hikaye değil ama okuması zevkli ve eğlenceli bir hikaye. Bence böyle hikayelere de yer olmalı.
Daniel Warren Johnson’ın çizerliği de Wonder Woman Dead Earth sonrası gelişmiş bence ama oradaki gelişimin iki yılda yaşanması mümkün gibi duruyor. Çizimlerdeki detay seviyesi inanılmaz düzeyde. Özellikle iki sayfayı da kaplayan sahnelerde. Adamda inanılmaz bir potansiyel görüyorum. Bağımsız işlerini de yakında okuyacağım. Muhtemelen başkasının yarattığı karakterleri değil de kendi karakterlerini kullandığı zaman ortaya çıkacak ürün farklı olacaktır.
Genel olarak çok beğendim. Okuyan herkesin özellikle çizimlerden memnun kalacağına eminim.