Ay başında Dublinliler’i yıllar sonra yeniden okumuştum, şimdi de Porte’yi okudum. James Joyce bu kitabında yaşadığı toplumdan farklı olan bir sanatçının - kendisinin - cizvit okullarında başlayan çocukluğundan, erişkinliğine yolculuğunu anlatıyor. Toplum baskısı, dönemin siyasi iklimi, din baskısı, aile yapısı hepsinin çevresinde büyüyen Stephen Dedalus’un görüşlerinin değişimi ve olgunlaşması diyebiliriz konusu için. Kitap 5 bölümden oluşuyor; ilk iki bölüm çocukluk zamanları diyebiliriz ve bu bölümlerdeki anlatım oldukça keyifliydi. 3. Ve 4. bölümler ilk gençlik dönemleri ve bu bölümler okurken biraz yordu diyebileceğim yerler. Özellikle Cehennem konulu 20 30 sayfalık vaaz bölümü. Ancak karakterin psikolojik durumu ve değişimi açısından tabii bu bölümler gerekli diyebiliriz. Son bölüm ise gerçek Joyce kendini gösteriyor; hem olağanüstü anlatımıyla hem de konulara bakışıyla.
Kitap boyunca Dedalus’un (Joyce’un) din konusundaki tutumu, inançları ve değişimi ana gündemimiz. Joyce’un yaşadığı topluma ne kadar yabancı olduğunu okuyor ve hak da veriyoruz. Kitap bilinç akışı tekniği ile yazılmış, anlatım türü olarak da yer yer birinci şahısa geçse de (son bölümün sonlarında) üçüncü şahıs anlatıma sahip. Lakin anlatıcı Joyce olunca, aslında Joyce üçüncü şahıs olarak kendisini anlatmış diyebiliriz. Bu nedenlerle de karakterin her düşüncesini, yaşadığı her durumu, değişimi size hissettiriyor. İletişim baskısına nazaran daha çok sevdim çünkü Fuat Sevimay bence daha keyifli Türkçeleştiriyor Joyce eserlerini. O muzip dili yakalama konusunda bana daha çok hitap ediyor. Kelime hatasına vs çok rastlamadım. Kitapta 400 adet dipnot var, Fuat bey bol bol açıklama yapmayı ya da kaynak belirtmeyi tercih etmiş. Bu da bize Joyce’un o meşhur dokundurmalı dilini anlamamızda yardımcı oluyor. Ben genel olarak keyif alarak okudum. Yazara bu kitapla da giriş yapılabilir ama bence Dublinliler daha iyi olacaktır, özellikle dönemin İrlanda’sını anlamak açısından. Edebiyatı sevenlere, bu türü ya da yakınlarını sevenlere kesinlikle tavsiye ederim, her okurun sevmeyeceğini ve bu tür okumalarla arası olmayanların sıkılacağını da belirteyim, çünkü ana meselemiz olaylar vs değil.
Bazen yürüdüğümüz yollar ne kadar zorluysa yapmamız gereken fedakarlıklar da o kadar artıyor. Bunu biliyorum ama şuna bakınca birazcık… Neyse bu destanı okuyun okutturun diyorum kısaca
Aylardır aldığım kitaplara hiç başlayamadım belki 4-5 aydır adam akıllı kitap yüzü açmadım. Bir iki kitaba başladım ama bitiremedim. Bu kitapla buna son vereceğim. Bugün okuduğum ilk 100 sayfasından şunu söyleyebilirim ki; galiba en sevdiğim kitaplar arasına girecek. Beni ilk 100 sayfasından bu kadar içine çeken 3 kitap oldu Buz ve Ateşin Şarkısı, Yüzüklerin Efendisi ve Zaman Çarkı. Kitap çeviri konusunda çok eleştiriliyordu. Özellikle cümlelerin anlaşılması zor diye ama ben gayet rahat okudum.
İki Şehrin Hikayesi bitti. Kitap hakkında sonu iyi toparladı diyebilirim. Oliver Twist ten sonra tatmin eden bir romandı. Dickens, toplamaya ve okumaya devam edeceğim bir yazar artık benim için.
İngiliz Edebiyatı 101 de bitti. Tam bir giriş kitabı diyebilirim. Fena değildi, zaten bu tip “başlangıç” için çokta alternatif bulmak zor.
Bu seriyi okuyacaklar için bir not düşmek istiyorum.Bu kitap ile Beyaz Kraliçe arasında yer alan, Kızıl Kraliçe ve Kralyapanın Kızı kitaplarındaki karakterler ve olaylar Beyaz Kraliçede var. Sadece Beyaz Kraliçe den farklı olarak farklı kişilerin gözünden yazılmış ve Kızıl Kraliçenin son 50 sayfası zaman olarak ileride diyebilirim.
Evde : Prof. Dr. Fahir Armaoğlu 19.yy. Siyasi Tarihi.
Bir mezarlık soyguncusunun peşine düşen iki ihtiyar bekçi ile, diri diri gömülmüş, mezardan çalınan kadın cesedi ile başlıyor olaylar.
Fakir insanların yaşadığı eski bir sokaktaki yıkık dökük bir köşkte yaşayan Antik Mısırdan gelmiş Simyacı ile aynı sokağın sakinlerinden olan seks dergileri yazarı, travesti ve hayat kadınının yaptıkları anlaşma ise belki de dünyanın kaderini değiştirecek olayları başlatıyor.
Kitabın karakterleri, olayların özgürlüğü ile kurgunun en başından içine alıp, son sayfaya kadar etkisi altında bırakıyor. Tavsiyemdir.
Bu kitabı İstanbul’dan Ankara’ya dönüş yolunda okudum ve sırt çantamda evde susuz kalıp solmasın diye çiçeğimi taşıyordum. Bittiğinde çantamı açıp güneş gelen koltuğa koydum çiçeğimi. İçime oturdu.
Forumda belirtmiştim bazı kitapları yazıldığı dilde( ingilizce) okuduğumu bu da onlardan biri.
The Animal Farm, Batı Dünyası için önemli bir roman. George Orwell bunu 1943’te Sovyetler Birliği’ne karşı yazdı. Orwell fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi, bu yüzden Eton’da ilkokul yıllarında eğitiminin tadını çıkarmadı çünkü sınıf arkadaşları çok zengindi. Gençken, Burma’daki İngiliz Ordusu’na hizmet etmeye gitmişti ve bundan da zevk alamıyordu çünkü Burmalılar, İngilizlerden sömürgeci olduklarından dolayı nefret ediyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Rusya, Büyük Britanya’nın bir müttefikiydi, bu nedenle İngiliz hükümeti, Sovyetler Birliği’ni alay konusu eden bu kitabı yasakladı. Bana öyle geliyor ki, bir romancı olarak çocukluğundan beri mücadele içindeydi.
1943’te sol eğilimli bir Sosyalist gazetede çalışan annesi öldü. Ardından Orwell işinden istifa edip, The Animal Farm’ı yazmaya başladı. 1945’te karısı öldüğünde ise bu romanı yayınlamaya karar verdi.
(Kendi anlatımımla küçük çaplı bir Orwell biyografisi.)
Bu konuda yanılıyor olabilirim ama bu kitap aslında Komünizme karşı propaganda olarak yazılmıştı. Batı Dünyası bunu gündemine hizmet ettiği için beğendi. Batının demokratik yönetim biçimine karşı çıksaydı, bu kadar başarılı olur muydu?
Belki evet.
Sebep: Hikaye çok iyi yazılmış. Hikayeyi olduğu gibi okursanız, yani Orwell’in kişisel yalnızlığı veya siyasi kimliği hakkında bilgi sahibi olmasanız bile, Lewis Carol’un Alice Harikalar Diyarında hatta A. Milne’in Winnie-The-Pooh’un satış rakamlarıyla önüne geçtiğini mantıklı bulabilirsiniz. Hikayenin tabanı, karakterleri sağlam ve iyi uygulanmış. Net şekilde kötü adam, Napolyon ve kahramanlar Kartopu ve Boxer var. Duruma göre duyguları ortaya çıkarıyor. Vereceği dersler iyice oturmuş ve üzücü bir sonu olmasına rağmen vermek istediği mesaj için uygun: aşırı güç kötü olabilir.
Belki hayır.
Sebep: İngiliz dili dünya edebiyatına hakimdir. İngilizce en popüler dil ve Orwell’in ana diliydi. Türk olarak doğmuş olsaydı, bu en iyi roman listelerine dahil edilir miydi? Benim tahminim, bu belirsizliğe gömülmüş olacaktı. Yine, bu konuda yanılıyor olabilirim.
Başlamam ile bitirmem bir oldu. 58 sayfa ama içerisinde 1 sayfası yazı ise diğer bir sayfada çizim var. Kolay okunuyor. Jose Saramago okumaya bu kitap ile başlamanızı tavsiye ederim. Masal tadında bir kitap.
Jose Saramago’ya başlayınca yazarın imlası ve yazım tarzı farklı olduğu için zorlanılabiliniyor ama ben küçük bir tüyo vereyim böylelikle daha rahat alışırsınız. Yazar kitaplarında isim kullanmıyor ve diyaloglar hep yan yana. Dolayısıyla kim ne demiş, şu an kim konuşuyor anlamak biraz zaman alıyor. Bunun için eğer cümle bitip virgülden sonra küçük harf varsa konuşan kişi aynı kişi ama virgülden sonra büyük harf ile başlanmışsa o zaman konuşan diğer kişi.
Başlamaya niyetim var ama serinin fazla çocuksu olduğu yönünde yapılan yüzünde soğudum. Sizce bu seri fantastikten ziyade uzun masal gibi bir şey mi, yoksa özgün bir fantastik eser mi?
Entelektüel kavramının tanımını bulmaya çalışarak başlıyor kitap. Herkesin tanımı farklı. Her ideolojiye, kültüre, millete, düşünceye, zamana göre farklı tanımlar okuyorsunuz. Entelektüelin tarihi seyrine göz atıyorsunuz. Batı, Rusya ve yerli aydınlar hakkında okumaya devam ediyorsunuz. İhtilal, inkılap, devrim; sosyalizm, komünizm, nihilizm, anarşizm karşılaşılacak kavramlardan bazıları. Okunması gereken kitaplardan.
Kitabı okurken yanınızda bir Osmanlı Türkçesi Sözlüğü bulundurun derim ben. Fazlaca Osmanlı Türkçesi kelime var. Dili ağır gibi. Konuyu anlamanıza pek engel değil ama engel olabilecek yerler de var. Yanınızda bulunsun.
Çok ilginçmiş. Teşekkürler. Tırnak işaretiyle ilgili bir sitem vardı forumda. Birinin konuşması aralıksız sürünce tırnak kapatılmıyor alt satıra geçilip cümle başına yine tırnak koyuluyor. Çok anlatamadım belki ama. Bunun okumayı zorlaştırmasıyla ilgiliydi. Aklıma o geldi.
Buldum. Bu yazıdan sonra hep daha çok dikkatimi çekiyor. Ama alıştığım için sanırım, rahatsız olmuyorum.
Sizin örnekte yayınevi böyle tercih etmiş ama bunda yazarın kendi yazım tarzı. İlk başlarda sistemi kavrayamıyorsunuz ama kavradıktan sonra sıkıntı kalmıyor. Burada mı okudum yoksa başka bir yerde mi okumuştum hatırlamıyorum ama yazarın kitapları Amerikaydı sanırım yazım ve imla hatalarının kavranılabilmesi için derslerde de kullanılıyormuş. Bir de bir kaç yerde görmüştüm, kimileri yazarı tanımadığı için yayınevine çok imla hatası var falan diye şikayette bulunuyordu
Hasan Ali Toptaş’ın şu an adını hatırlayamadığım bir kitabında çok fazla sayıda imla hatası gibi görünen ama bilinçli yapılmış yer vardı. Yazar editörler sürekli imla hatalarını düzeltmeye çalışıyordu gibi bir şey söylemiş. Hatta yanlış hatırlamıyorsam @alper bir ara burada o kitaba başladığını ama imla hatası çok diye bıraktığını söylemişti. Kitabı okumadım ama yazarın bir röportajında duymuştum.
Serinin adı da aynı olan Hava Uyanıyor güzel bir Avatarvari hikaye hatta bazı şeyler biraz kopya ya ama kötü mü?Hayır.Şu kitabı bir bitireyim demeden,3.ara kitabını da sipariş verdim ki bunu sevmezsem evde ağlayacağım.