Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

9781857989359-us

Gregory Benford - Timescape romanını bitirmek üzereyim.

Hikaye Hard Sci-Fi türüne dahil ediliyor. Ortada çok geniş çaplı bir felaket senaryosu hakim fakat tam anlamıyla apokaliptik bir durum söz konusu olmadığı için post-apokaliptik kategorisine dahil edilemeyebilir. Anlatım olarak “Sci-Fi for Scientist” yani “Biliminsanları için Bilimkurgu” denilen tür gibi aşırı ağır bir anlatımı olmasa da öyle lay lay lom okunan bir hikaye değil. Biraz olan bitene ve yazarın okuyucuya sunduğu açıklamalara kafa yormak gerekiyor. Ayrıca yazarın dili ve anlatımı öyle çok basit değil. Yer yer oldukça çetrefilli bir hal alabiliyor.

Spoiler vermeden genel olaylardan çok çok kısa bahsetmek istiyorum. Hikaye 1998 ve 1962-63 yılları arasında biliminsanlarının gözünden dönüşümlü olarak ilerliyor. 80-90’lı yıllarda Diatom Bloom (Anlaşılabilir olması için çok basite indirgersek, bizde geçen sene yaşanan müsilaj benzeri bir durum) denilen anomali, okyanuslarda kontrolsüz şekilde yayılarak doğanın dengesini bozmuş ve domino etkisi ile başta kıtlık olmak üzere çok geniş çaplı felaketlere yol açmıştır. Milyonlarca insan ölmüş, toplum dengesi bozulmuş ve medeniyet oldukça gerilemiştir. Bilim insanları bu durum felaket boyutlarına ulaşmadan önce önüne geçilebilmesi için 1998 yılından Takyonlar (Işıktan hızlı gittiği varsayılan, hipotetik atomaltı parçacıklar) aracılığı ile 1962 yılına mesaj göndermek üzere çalışmalara başlıyorlar. Dolayısı ile bilimkurgu kısmı ekoloji, mikrobiyoloji ve çoğunlukla parçacık ve kuantum fiziği ile temellendiriliyor.

Bu felaketler yaşanırken ve yaşandıktan sonra farklı coğrafyalardaki toplumların durumu da ele alınıyor. Öyle tek boyutlu olarak yazılan, karakterler ne gördüyse ondan ibaret olan bir hikaye değil. En genel şekli ile bakarsak bilim insanlarının karakterleri, birbirleri arasındaki ikili ilişkileri, özel hayatları, içinde bulundukları psikoloji, akademi irdelemeleri ve genel küresel politik eleştiriler hikaye içinde bilimkurgu anlatılarından daha fazla yer kaplıyor.

Malesef Timescape gibi Gregory Benford’un hiçbir eseri Türkçe’ye kazandırılmamış.

21 Beğeni

Dan Brown’dan okuduğum ikinci kitap olan Melekler ve Şeytanlar aslında çok daha önce bitirebileceğim bir kitaptı. İş güç başka şeyler derken böylesine bir süreye yayılabiliyor okumam. Ama bu uzun sürenin böylesine harika bir eserin sıkıcı olduğunu göstermediğini belirtmek isterim.

Yazardan okuduğum ilk kitapta -Da Vinci Şifresi- gizem ve şifre çözme olayları en sevdiğim kısımlardı. Melekler ve Şeytanlar’da ise bu etkenler pek fazla yoktu derken kitabın ikinci kısmı çok daha iyi çıktı diyebilirim. Hatta bu kitaptaki kovalamaca daha heyecanlı ve tempoluydu.

Melekler ve Şeytanlar’ın en iyi yanı da yazarın Roma’yı anlatımı ve heykelleri olabilecek en iyi şekilde yorumlaması. Bu kısımları okurken bir gözüm de telefondaki görsellerdeydi. Bu eser sayesinde bir sürü isim ve yapıtlar da tanımış oldum.

Kısacası, İlluminati, Din ve Bilim üçgeninde gidip gelen romanı tek gözünüzü kapayarak da okumak isteyebilirsiniz. Ters köşeleriyle ve müthiş kurgusuyla kitap 10 puanı hakediyor.

21 Beğeni

Japon Klasikleri 15: Yeni Bir Hamlet, Osamu Dazai

William Shakespeare’in eşsiz ve trajik oyunu Hamlet’i okumadıysanız eğer, bu yazıya konu olan kitaba yabancı kalabilirsiniz. Ama belki de Hamlet’i okumanıza vesile olabilir bu durum. Aslında bu kitap, Hamlet’in bir uyarlaması değil de, çok daha başka bir versiyonu olarak nitelendirilebilir. Osamu Dazai’nin hayatından izler görebildiğimiz tiyatrovari bir roman Yeni Bir Hamlet.

Shakespeare’in Hamlet’i bu kitapta Osamu Dazai olarak karşımıza çıkar. Diğer karakterler de yazarın hayatında belli başlı rolleri olan kadınlardan ve kişilerden bazılarıdır; dostları ve çevresidir. Depresif ve şanssız Hamlet, bildiğiniz gibi insanlarla arası iyi olmayan, anlaşılmamış ve umutsuzluğa sürüklenen biri. Osamu Dazai de insanların arasında yaşamak için soytarı maskesinin ardına saklanmış, umut etmekten yorulmuş ve yaşamın akış nehrinde bata çıka yol alan biri. Benzerlikler var; kalabalıkların içinde yalnızlık hissi, kayboluş ve bir dert anlatamama durumu. Böylece yazar da Hamlet’i kendisiyle özdeşleştirip insanlara karşı olan tutumunu kağıda döküyor ve aykırı bir eser olan Yeni Bir Hamlet ortaya çıkıyor.

Sıradışı hayatı olan ve birkaç intihar denemesinden sonra bunu gerçekleştiren yazarın yaşamını bilmek kitabı daha anlamlı kılabilir. Hayatı hakkında en iyi nasıl bilgi sahibi olabilirim diye sorarsanız, İnsanlığımı Yitirirken’i şiddetle tavsiye ederim. Ölmesine yakın bir zamanda yazıp yayımladığı son eseri olup Osamu Dazai’nin otobiyografik bir romanıdır. Çarpıcı üslubu ve yaşadıklarıyla birlikte okuru derinden sarsan kitabın yorumunu ise buradan okuyabilirsiniz.

Melankoli, umutsuzluk, yalnızlıkla bütünleşmek ve anlaşılmamak gibi trajik konularla içselleşen eserlerinde; özgürlüğü ve kural tanımazlığı da bambaşka bir ölçüde hissederiz bu arada. Umudunu kaybetmiş bir insan, neredeyse her şeyi yapabilecek güçte olabiliyor bazen. Çünkü kaybedecek neyi var ki?

Yeni Bir Hamlet’i oldukça ilginç buldum. Tiyatro okuyacağımı düşünürken tuhaf diyaloglarla dolu bir roman buldum elimde. Shakespeare, Hamlet eserinde insan doğasının çıkmazlarını yüzümüze vururken, Dazai bu çıkmazın içine kendisini koyup absürt bir metinle Hamlet’i tekrar canlandırıyor. Gerçi Hamlet hiç ölmemişti ki… Her okunduğunda tekrar var oluyor. Acıları da son bulmuyor.

Osamu Dazai’nin kendisine ve kalemine aşina olan okurlara önerebileceğim farklı bir eser Yeni Bir Hamlet…

Birkaç kez okuduğum, dönüp baktığım ve etkilendiğim alıntılar:

-İki insan birbirini ne kadar severse sevsin, sevgisini kelimelere döküp söylemediği sürece karşı tarafın o sevgiyi anlaması mümkün değildir.

-Başkalarının sözlerinin senin canını acıttığı gibi, senin dobra sözlerinin de başkalarının canını nasıl yakabileceğini bir an olsun düşünmüyorsun.

-Acı çektiğim için acı çekiyorum diyemez miyim? Neden? Ben her zaman düşündüğümü olduğu gibi söylerim. Dürüstçe konuşurum. Gerçekten yalnız hissettiğim için yalnız olduğumu söylüyorum. Cesaretlendiğim için cesaretlendim diyorum. Ne bir taktik var ne de bir yalan.

-Yüzümde ciddi bir ifade var; ancak ben bir komedinin başkahramanıyım. Belki de bir soytarı olabilecek becerilere sahibimdir!

-İnsanlardan korkuyorum, onlardan tırsıyorum.

-Hayatım boyunca hiçbir zaman küçümseme, nefret, öfke ya da kıskançlık gibi duygular yaşamadım. Sadece insanları taklit ettim ve yaygaralar kopardım. Aslına bakarsanız hiçbirini anlamıyorum. İnsanlardan nefret etmenin, onlara tepeden bakmanın veya kıskanç olmanın nasıl bir his olduğunu bilmiyorum. Gerçekten hissettiğim tek şey, kalbimi küt küt attıracak kadar iyi bildiğim tek duygu, acıma.

-Son zamanlarda insanların giderek daha fazla acınası hâle geldiğini hissediyorum ve bu duruma dayanamıyorum. Herkes var olmayan bilgeliğin suyunu sıkmaya çalışıyor; buna rağmen daha da kötüye gidiyorlar.

-Teslim olmak mı kaçmak mı, adil ve dürüst bir savaş mı yoksa aksine yalandan uzlaşma, aldatma ve yatıştırma mı, olmak ya da olmamak mı? Hangisi daha iyi bilemiyorum. Bilmemek bana acı veriyor.

-İnsanlar acınası ve zavallı varlıklar. Başarılı ya da başarısız, zeki ya da aptal, kazanan ya da kaybeden fark etmeksizin, canla başla sabahtan akşama kadar etrafta koşuşturup dururken yavaş yavaş yaşlanıyoruz yalnızca. Merak ediyorum, sadece bunları yapmak için mi dünyaya gönderildik?

-Bir insanın kötülüğünü affedebilirim ama aptallığını affedemem. Aptallık en büyük suçtur.

Yazarın diziden çıkan diğer kitapları ve incelemeleri:

Japon Klasikleri 2: Yeşil Bambu ve Diğer Öyküler

Japon Klasikleri 7: İnsanlığımı Yitirirken

Japon Klasikleri 8: Öğrenci Kız

Paylaştığım diğer platformlar:
Wannart
Bubisanat
1000kitap

18 Beğeni

We who are about to…

Yıllar yıllar önce ben Ursula Leguin’i yeni keşfetmiş bir genco iken rastgele bir imageboard’da elemanın teki bana “Ayyaş, ‘jaded’ bir Ursula Leguin tarafından yazılmış gibi” diyerek bu kitabı tavsiye etmişti. O gün aklımın bir köşesine yazmıştım ama maalesef kitabı bulmak kolay olmamıştı. Geçenlerde bulup aldım, dün de hasta olmuş idim yatarken okuyayım dedim. Zaten kısa bir şey, bir oturuşta bitti.

Kitabın yazarı Joanna Russ. Kitapta yanlış gezegene acil iniş yapan bir gemideki insan grubunun yaşadıkları anlatılıyor. Kolonileştirmeye ve çoğalmaya karşı çıkan bir kadının gözünden anlatılıyor hikaye. Baştan belirtmeliyim ki o kadar da etkilendiğim söylenemez. Önce beğendiğim yanları:

  • Karakterler ilginç, toplam 8 kişilik bir grup ama her biri bambaşka tipler
  • Ana karakterin gözlem gücü yüksek, ve aşırı kötümser ve de jaded birisi. Kendisinin düşünceleri beni oldukça eğlendirdi ve Allah affetsin bayağı empati kurdum.

Beğenmediğim yanları:

  • Bana olaylar aşırı zorlama gibi geldi. Yani (inceden spoiler) reis yabancı gezegene inişinin 7. gününde de “KOLONİLEŞECEĞİZ, DÖLLENECEKSİN SENİ YÜRÜYEN RAHİM” diye kolektif olarak kudurmazsın be. Daha yemeğin yok bir şeyin yok. Ben ikna olmadım, doğal değil bence.

  • Çok ilginç bir premise’i harcamış gibi geldi bana yazar reis. Azıcık daha uzatsa, sosyal dinamiklerin gelişimini vs. (söylendiğine göre) kendine has feminist gözüyle falan incelese bence daha hoş olurdu.

Sanırım bu kitap tarihsel değeri açısından önemli daha çok. Bilim kurgunun ekseriyetle minnoş teknolojik cennetler, epik kolonileşme hikayeleri vs. etrafında döndüğü bir ortamda bu tarz bir hikaye edebi çevrelerde bir nevi surata soğuk su çarpma etkisi yapmış diye anlıyorum. Tabi biz artık grimdarka, yeraltı edebiyatına bilmem nelere alışkın olduğumuzdan bizde vaktiyle yaptığı etkiyi yapmıyor olabilir :thinking:

18 Beğeni

We Are Legion (We Are Bob) - Dennis E. Taylor / Bobiverse 1. Kitap


513erhF-l2L

Ölümsüzlüğe erişmek için neleri göze alırsınız? Mesela öldüğünüzde kafanızın kesilerek teknoloji yeterince ilerleyene kadar dondurulmasını tercih eder misiniz?

Kitabın kahramanı Bob Johansson tercihini bu yönde kullanıyor ve bir kriyojeni firmasıyla sözleşme imzaladığı gün ölüyor. Tekrar gözlerini açtığında ise bir şeylerin ters olduğunu fark ediyor. Aradan 117 yıl geçmiş, ABD yönetimi radikal bir biçimde değişmiş -artık adı The Free American Independent Theocratic Hegemony (F.A.I.T.H.)- ve Bob artık devletin malı. Ayrıca eğer hayatta kalmak istiyorsa kendisiyle aynı durumda bulunan diğer kişilerle yarışmalı ve uzaya tek yönlü bir bilet kazanmalı. Hayatta kalan talihli devletin meskun gezegenler bulmak için uzaya göndereceği geminin yapay zekası olacak ve en az 3 farklı devletin de ana hedefi hâline gelecek. :slight_smile:

Yazar Bob’un (ve sonrasında diğer Bob’ların) perspektiflerinden yolculuklarını, hayatta kalmak için yaptıklarını ve keşiflerini oldukça sade ve esprili bir dille anlatıyor. Kitap boyunca başta Uzay Yolu olmak üzere bir çok bilim kurgu ve fantastik kurgu esere çok sayıda gönderme var ve bunları anlamak kitaptan alacağınız zevki kesinlikle arttırıyor. Ayrıca ton olarak benzemese de keşif kısmı başlı başına Uzay Yolu’na bir saygı duruşu bence.

Son zamanlarda okuduğum en keyifli kitaplardan biri oldu, devam kitaplarını da ileride bir gün okumayı umuyorum. Yazarın dili ve kelime seçimleri karmaşık değil, İngilizce gereksinimi de buna bağlı olarak oldukça makul diyebilirim. Umarım bir gün dilimizde de görebiliriz.

Puanım 8.5/10

Bilim kurgu sevenler mutlaka bir şans vermeli.
24 Beğeni

Öncelikle bu kitaba İncil diyemeyiz, zira İncil kelime anlamı ile “Sevindirici Haber” demektir, ki bu Grekçe kelimeyi Kur’an da kullanır. (Böylece Kur’an’ın, Grekçe yazılan bu 4 incili yani Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’yı onadığını yani kabul ettiğini anlayabiliriz) Peki bu Sevindirici Haber nedir ? Yani neyin haberidir bu?: İsa’nın başlangıçtan beridir peygamberlerin Tevrat’ta, Mezmurlar’da(Zebur’da) haber verdikleri bir Kurtarıcı’nın, beden alarak Mesih sıfatıyla dünyaya gelişi, insanları mahkum oldukları günahtan kurtarmak için çarmıhta kendini feda edişi, çarmıhtaki şefaatinden yani ölümünden üç gün sonra, insanları yargilamak için tekrar dünyaya gelmek üzere dirilerek göğe yükselmesinin müjdesidir. ‘Endülüslü Müsluman’ yazar da, bu Sevindirici Haberi reddettmek için, bu İslami romanı yazmış, Pavlos’u da kâfir ilan etmiştir. Böylesi bir bakış açısını yansıtan bir kitaba zaten İncil (Sevindirici Haber) diyemeyiz, olsa olsa Mesih’in mü’mini Pavlos’u reddetme kitabı diyebiliriz. (Bu arada Pavlos, Kur’an’da,Yasin Suresi 14.ayetinde bahsedilen 3. mümin kişisidir. Fakat bu romanı yazan Endülüslü Müslüman yazarın Kur’an’ın bu bilgisinden haberi bile yoktur).
Not: Bu incil ortaya ilk çıktığı anda müslümanlar arasında bir sevinç yaratmış, bilim adamları ve tarihçeler ise anında bu incil’in sahtekarlık ürünü olduğunu ve Endülüslü Müslüman bir yazarın elinden çıktığını kanıtlamışlardır.

2 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 01-05 Ekim 2022
[Okuduğum 340.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 67.betik
[Ekim ayının ilk betiği]

Adı, içerikle uyuşmayan bir betik okudum çünkü Yaşasın Yaşamak sözlük anlamıyla baktığında seni bu gafleten kurtaranlar sayesinde yaşamanın değerini bir kez daha öğreniyorsun. Oysa betikte ise o gaflet sana zarar verdiği halde yaşama sevincini aşılayan bir özellik (!) Okurken sinirlerim katsayısı arttı çünkü biz erkekler bu kadar ucuz olmamalıyız. İnsanlar, aşkı hak edenle yaşar. Böyle saplantılı aşkı kimse isteyemez. İsteyenler ise göt korkusu yaşayanlar için sadece aşk ve arkadaşlık karşı cinsten ibaret olduğuna inanıyorlar.

Çetin ve Melike’nin Mehmet’le öz evladı gibi bakmalarını satırlarda okurken ara ara gözlerim doldu. Böyle arkadaşlarımın olmasını isterdim çünkü para ve mülkten önce sevgi gelmelidir. Bu betik sayesinde manevi gücünün varlığını öğreniyoruz. Melike bir anne gibi kayıtsız şartsız Mehmet ile ilgilenmesinin sonucunda ummadığı anda Tanrı tarafında annelik duygusu veriyor hem de cömertçe yani bir değil ikiz olarak. Yaşamdan öğrendiğimiz tek şey maddiyat değildir. Otuz üç yıllık ömrümde maneviyata inandım. Elimden geldikçe kişisel sınırlarımı taciz etmeyecek şekilde kayıtsız şartsız insanları mutlu ettim. Diğer insanlar gibi başımda salmasını da bilirdim. Hep başkaları için Tanrı’ya dua ettim. Tanrı da ummadığım anda beni mutlu etmeye devam ediyor.

Candan tarafından terk edilen Mehmet’in hala onu sevmesi bana sinir bozucu geldi çünkü hemcinslerimin bu kadar ucuz olmamalıdır. Bu gün bazı kadınların kendilerini bir bok sanmalarının nedeni Mehmet gibi aşk kisvesi altında onların bacaklarının arasına tiryaki olmalarından dolayıdır. Onlar sana istediğini vermese de başka çiçeğe konacaksın. Er yada geç istediğini elden edersin. Aşkı da hak edenin kalbine aşılayacaksın. Beni terk eden yada kaltağın aklıyla gidip başkasının altında nefes nefese kalacak kadın için intihar mı edeceğim. Kuzum karşında bakınca salak mı görünüyorum. Aşkından ölsem bile o gün seni öldürüp koltuğuma oturup iştahla helvanı kaşıkla yerim. Sen tanrıça ben de köle değil. Sen de ben de insanız. Senin için değil ailem için de Tanrı’nın verdiği için ömürden vazgeçmem.

Öpüşmeler ve sevişmeler sanki Barış Demirbaş’ın kaleminden çıkmış gibi bir his veriyor çünkü Barış Demirbaş yakışıklı olduğu gibi öpüşmelerin ve sevişmelerin şehvet değil güven koktuğunu bizlere anlatıyor. Demirbaş ne amaçla yazdığını bilmiyorum ama his ettiklerimi anlattım. Öpüşmelere hiçbir zaman şehvet amaçlı görmedim çünkü öpüşmelerin en büyük özelliği güven hissiyatını yaşatmasını ve stresi azalttığı biliyorum. Demirbaş’ın esamesi okunmadığım zamanda kalem onun tarzıyla yazmasıyla sekiz yıl sonra Acı Bir Tebessüm: Başlangıç romanıyla okurlarla tanışan Barış Demirbaş’ı farkında olmadan müjdeledi mi? Bu sorunun yanıtı ne o ne de biz okurlar bilmesek de bize his ettirdikleri takdir ediyoruz onu.

Daha önce okuduğum betiği hakkında onunla konuşmak istediğimde “Ben senin askerlik arkadaşın değilim, beni istediğin zaman arayamazsın.” diyerek tersleyen kalemin “Ay Işığında Yürüyüş”, “Ben Melek”, “Kurutulmuş Çiçek Koleksiyoncusu” ve “Yaşasın Yaşamak” betiklerini okuduysam onun şanından değil o eserlerdeki etkileyici edebi dilinden dolayı okudum. Kusura bakma beni yazar egosuyla çiğneleyenlerinin üzerini çizmesini yani okumayacağımı gösteririm. İnsan olduğum için hatalarım olabilir ama yazar egosuyla rencide edilmeyi hak etmiyorum. Askerlik arkadaşın (!) olmayabilirim ama bir eseri okuduğumda aldığım enerjiyi okuyup iyi kötü yorumlarım. Yiğidi öldürsem de hakkını yiyemem. Onun en iyi alanı drama olarak adlandırdığım türden yazmasıdır. Kalem olduğu için dilediği janrlarda yazabilir. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum çünkü hemcinslerimin akıl alması dileğiyle.

2 Beğeni

OUR MAGNIFICENT BASTARD TONGUE: THE UNTOLD HISTORY OF ENGLISH

İngilizce neden kolay bir dil sayılıyor? Neden “Speak you…?” değil de “Do you speak?” diyoruz, neden var bu anlamsız “do” ? Neden ailenin diğer üyeleri(Almanca, İsveççe vs.) gibi gramer cinsiyeti yok? Neden diğer Hint-Avrupa dilleri gibi her öznesi farklı çekimlenmeyip bir -s takısıyla(I go, he/she/it goes) işi bitiyor? Bu farklılıkların tarihi bir nedeni var mı yoksa öylesine mi meydana geldiler?

Dilbilimci John McWhorter, bugüne kadar sıradan vatandaşa anlatılan İngilizce Tarihi’ni yetersiz bulmuş, ve kendi başlığıyla bir “Anlatılmamış Tarih” kitabı yazmış. Sadece kelimeler verip 800 yılında böyle yazılıyordu, 1200’de böyle oldu, 1600’de şöyle oldu demiyor. Bunun yerine gramerin zamanla değişimine odaklanıp; Viking akınları, Keltler ve hatta Kartacalılara kadar uzanan bir hikaye anlatıyor.

Kitapta bir de Sapir-Whorf hipotezine ayrılmış bir kısım var. Dediklerine katılsam da kitabın konusuyla alakasız buldum. Genele hitap etmişken bu popüler mite de değineyim demiş diye düşünüyorum.

18 Beğeni

image

Kün - Sezgin Kaymaz

Mükemmel! Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse mükemmel. Uzun zamandır bu kadar beğendiğim bir kitap okumamıştım (Ölühane Kapıları hariç, onu ikinci kez okuduğum için o sayılmıyor).

Öncelikle seslendirmeyi övmek istiyorum. Şu ana kadar dinlediklerim arasında (ki bayağı bir kitabını dinledim) Emre Melemez’in sanırım en iyi seslendirmesi olabilir. Kitapta kullanılan Konya şivesini okumak yerine dinliyor olmanın, kitabın etkisini katladığını düşünüyorum.

Ömer’in hikayesini anlatıyor Kaymaz. Hayalle gerçeği harmanlıyor, bunu da müthiş bir şekilde yapıyor.

İnsanı anlatıyor Kaymaz. İnançlısı, inançsızı, masumu, suçlusu, cahili, eğitimlisi derken her tür insanla tanışıyoruz. Bu sayede de kimi zaman hüzünlenirken kimi zaman da (özellikle de Hüdai ile Çeto’nun sohbetlerinde) çokça eğleniyoruz.

Çeto demişken! Sen ne mükemmel bir yaratıksın Çeto. Kitaptaki her anından inanılmaz bir keyif aldım. Keşke senle ilgili daha çok şey okuyabilseydim. Yine de seni tanıdığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Kitabın başlarında odaklanamadığım için biraz zorlandım, ilk yarım saatini birkaç kez dinlemek zorunda kaldım. Siz de eğer bu tür bir zorlanma hissederseniz sakın bırakmayın, sonrasında kitap su gibi akıyor. Elbette herkese hitap etmeyecektir ama bir şekilde frekanslarınız uyuşursa sizi muhteşem bir hikaye bekliyor olacak. O yüzden bir şans vermenizi, hatta mümkünse Storytel’den dinlemenizi tavsiye ederim.

Son olarak bir öz eleştiri de yapmak istiyorum. Storytel’e üye olmadan önce sadece fantastik kitap okurdum ki bunlar da çoğunlukla yabancı olurdu. Ama Storytel sayesinde inanılmaz kaliteli Türk yazarlarla tanıştım. Alper Canıgüz, Saygın Ersin, Hakan Günday ilk aklıma gelen muhteşem yazarlar. Bu listeye Sezgin Kaymaz’ı da ekledim. Ve şimdi biliyorum ki biz “yazabiliyoruz”, bu işi layıkıyla yapabiliyoruz. Ön yargılarımızı bir kenara bırakıp şans vermek ve yeni deneyimlere açık olmak gerekiyor sadece.

27 Beğeni

Sayenizde güzel Türkçe yazan yazarlarla tanışıyorum, incelemelerinizi keyifle okuyorum. Burhan Sönmez, Alper Canıgüz gibi isimlerle de sizle tanıştım.

3 Beğeni

image
Fred Hoyle - Kara Bulut
Puanım: 8/10

Kitabın Konusu: Dünyaya astronomik boyutlarda bir bulut yaklaşır ve bilim adamları bunu fark eder. Devamında bilim insanlarının bakış açısından insanlık bulutun gelişine hazırlanır ve bulutun etkileri gözlenir, bulut anlaşılmaya çalışılır.

Kitabın Felsefi Alt Metni: Metni doğrudan yazarsam sürpriz bozan olacağı için nasıl aktarıldığı hakkındaki yorumlarımı belirteceğim. Anlaşılır; alt metin okuyucudan gizlenmemiş doğrudan diyaloglar ve içsel düşünceler yoluyla okuyucuya aktarılıyor ama Strugatski kitaplarındaki gibi etkileyici, vurucu şekilde değil. Ayrıca bir iki güzel sorgulama yakalasam da felsefi ağırlığı için tavsiye edeceğim bir kitap değil.

Kitabın Dili: Yalın, süssüz ve açıklayıcı ama ruhsuz değil. Yazar fazlaca bilimsel terim kullansa da bunları metnin içinde oldukça anlaşılır şekilde açıklıyor, bilimsel dil hikayeden kopuşlara neden olmuyor.

Kitap Hakkındaki Genel Yorumlarım:

  • Kitap Bilimkurgu türünün Bilim tarafında, kurgu yönü eksik olmasa da zayıf. Daha iyi bir kurgu kitabı çok daha iyi bir eser haline getirebilirdi.
  • Yazar duyguları iyi yansıtamıyor: Yazar insanlığın kaderini büyük şekilde etkileyen bir olayı karakterler üzerinden aktarsa da durumu saf bilimsel açıdan ele alması okuyucunun olayın vehametini tam olarak algılamasını engelliyor.

Kitabın Sonu Hakkındaki Yorumlarım:
Giriş ve gelişme bölümünde yarattığı büyük beklentiyi karşılamadı. Yazar her sona doğru bilim kısmından uzaklaşıp kurgu kısmını ön plana çıkarmaya çalışmış ama tam becerememiş gibi hissettirdi. Sonun da soru cümlesiyle bitmesi bu bitirememişlik hissini pekiştirdi.

Kitabı @SJack in bu tavsiyesiyle okudum, beklentilerim felsefi yönde yoğunlaştığı için aradığımı pek bulamadım ama bilimsel yönünü (ilk 200 sayfa) oldukça keyif verici ve şaşırtıcı derecede akıcıydı; bu açıdan ummadığımı buldum.

Büyük beklentilere girmeyecekler ve bilimkurgu severler için kesinlikle tavsiye ederim.

14 Beğeni

Ben daha çok biliminsanlarının bilgiye olan açlığı nedeniyle ölümü bile göze almalarına hayran kalmıştım. Bu yüzden de benim için etkili bir final yapmıştı kitap.

Kesinlikle felsefi yönü çok yok. Bilimsel verileri iyi işleyip kurgusal yönünü de bu finaliyle gidermeye çalışmış ve benim için de gayet iyi becermiş bunu. :slight_smile:

3 Beğeni

Orada " Şansımızı kullanmazsak zaten devlet kafamıza çökecek." diye düşünüyorlardı. Ayrıca Bulut’un halihazırdaki “tanrısal” gelişmişliği sebebiyle ölümlerini kesin olarak görmüyorlardı. Zaten hepi topu ikisi bu riski aldı.

Eh okurken sırıtmıyor ama biraz düşününce sonunun oldubittiye getirildiği görülebiliyor.
+Hayırdır Bulut kardeş daha yeni gelip dünya nüfusunun yarısının yok oluşuna sebep oldun,neden erkenden ayrılıyorsun?
-Ben kendimi çok gelişmiş zannediyordum ama seninle konuştuktan sonra evrenin ardında yatan hakikate ulaşacak yolu keşfettim bilim adamı kardeş. Yolcu yolunda gerek.
+Dur daha senden öğreneceklerimiz var.
-Aklınız yetmez alın şu eğitim videosunu izleyin sonra gelin.
+(İzledi ve öldü.)

Biraz daha diğer insanların ruh hallerine, dünyadaki panik havasına odaklanılsaydı daha iyi olabilirdi. Bu haliyle kitabı okumak ilginç bir olay hakkındaki raporu okumak gibi bir şey. Her şeyi çok iyi açıklıyor ama hiçbir şeyi hissettirmiyor.

2 Beğeni

Herkese hitap etmeyecektir elbette ama frekansların uyuşması durumunda harika dünyalar sunuyor bu yazarlar. Umarım sizler de benim kadar keyif alırsınız. :slight_smile:

4 Beğeni

resim

Mars Yıllıkları

Sanırım birçok kişinin Ray Bradbury’ den okuduğu ilk kitabı Fahrenheit 451’ dir. Bildiğim kadarıyla Fahrenheit 451 daha yaygın çünkü. Ancak benim yazarla ilk tanışmam Mars Yıllıkları ile oldu.

Mars Yıllıkları, insanların Mars’ a gidip yıllar içerisinde orayı ve oranın yerlilerini yani Marslıları nasıl etkilediklerini konu alıyor. Bunu da kısa kısa bir sürü farklı öyküyle anlatıyor.

Kitapta benim çok beğendiğim öyküler de oldu (Edgar Allan Poe’ ya gönderme yapılan öykü Usher II, Ateş Balonları, Uzun Yıllar ve son öykü olan Bir Milyon Yıllık Öykü). Bunun dışında beğenmediğim kısımlar da yer alıyor. Onların ismini hiç hatırlamıyorum bu yüzden örnekleyemiyorum şu anda.

Bu arada Fahrenheit 451’ i okumamış olsam da içeriğini az çok bildiğimden ona gönderme yapılan bir öylü olduğunu da fark ettim. Ve söylemeliyim ki konu ilgimi çektiği için Fahrenheit 451’ i de okuma listeme aldım kesinlikle.

Öykülerin ana teması ve alt metni insan. Yazar insanları ve insanlığı yerden yere vurdu ve resmen yok etti kitapta. Mars’ ta da olsa insan değişmiyor ve her zaman olduğu gibi kalmaya devam ediyor. Kitapta kötü olduğu kadar iyi olduğunu düşündüğüm karakterler de var elbette. Ancak çok daha küçük bir azınlıkta. Dedim ya konu insan olduğu için gerçeklerin bir yansıması gibi yüzünüze çarpıyor kitap.

Bunun dışında yazarın dilinin oldukça yalın olmasına ve hayal gücüne bayıldım. Hakkında da çok ufak bir araştırma yaparak Ray Douglas Bradbury’ nin kütüphaneleri çok sevdiğini ve zamanının büyük kısmını burada geçirdiğini hatta eşiyle de kütüphanede tanıştığını öğrendim.
Kendisine bilim kurgu yazarı denmesini de sevmiyormuş ve bilim kurgunun gerçeğin bir tasviri olduğunu düşünüyormuş. Açıkçası henüz taze bir bilim kurgu okuru olarak (bununla birlikte bu kategoride 2. kitabımı okuduğum için) pek bir fikrim olmasa da Aldous Huxley’ in kitabı Cesur Yeni Dünya ve Mars Yıllıkları kitabı Ray Bradbury’ nin haklı olduğunu düşündürtüyor bana.

Ayrıca çok detaylara hakim olmasam da Elon Musk’ ın da Mars’ la ilgili planları olduğunu falan duymuştum bir yerlerde. Bittikten sonra kitap hakkında düşünürken bu aklıma geldi ve böyle bir geleceğe henüz çok yakın olmasak da çok uzak olmadığımızı düşünüyorum.

21 Beğeni

Hoş gelmişsiniz Bilimkurgu severlerin arasına. :joy: Umarım yolculuğunuz kısa sürmez.

1 Beğeni

BİR ZAMANLAR EUROPA’DA

Okuduğum İletişim yayınlarının 1990 baskısı kitabı. Öyle kalın bir kitap değil 172 sayfa. Yazarı John Berger, bir İngiliz. Sadece yazar değil, sanat eleştirmeni, ressam, senaryo ve belgesel yazarı. 1926, Londra’da doğmuş ve 2017’de vefat etmiş. “G.” isimli romanı 1972’de Man Booker Ödülü’nü kazanmıştır. Çevirmeni ise Murat Belge ve Taciser Belge

Kitap iki şiir ve beş uzun öyküden oluşuyor.

  • Akerdeoncu
  • Boris At satın Alıyor
  • Kozmonotlar Zamanı
  • Bir Zamanlar europa’da
  • Bana Bir Şey Çal

Öykülerinin kahramanları sıradan insanlar ve özellikle Fransız köylüsü olduğunu düşündüğüm kesim. Anlatmak istediğini kısa ve öz olarak anlatan öyküler bunlar. Örneğin, kitaba adını veren Bir zamanlar Europa’da öyküsü istenilseymiş kocaman bir cilde sığmayacak kadar uzun bir roman olabilirmiş. Sonuç olarak okudum, etkilendim ve sevdim.

12 Beğeni

Ben de kısa sürmeyeceğini umuyorum. Kitaplara olan ilgim son dönemlerde epeyce artış gösterdiği için farklı türleri de deneyimlemem gerektiğini düşündüm. Bu yüzden genelde okuduğum fantastiğe daha yakın olduğunu hissettiğim bilim kurguyla devam edeyim dedim. Şimdilik İthaki’ nin bilim kurgu klasikleri serisi ile gidiyorum. :sweat_smile:

3 Beğeni

Augustus - John Williams

Tarihe karşı merakınız ve ilginiz varsa okurken elinizden bırakamayacağınız bir kitap öneriyorum sizlere: Augustus. Kemerlerinizi bağlayın ve sıkı tutunun; onu okurken Romalı olabilirsiniz.

John Williams’ı tamamladığı son romanı Augustus’la (1972) değil de geç keşfedilen eseri Stoner (1965) ile tanıdım. Stoner yazarın yarı otobiyografik romanıdır ve varoluşsal sancılarla ilerleyen, ikilemlerle dolu müthiş bir yapıt. Belki Augustus’a başlamadan önce bu kitabı değerlendirmek istersiniz diye belirtmiş olayım bu bilgileri.

Yazıya konu olan kitabımıza dönecek olursak mektuplar ve başka belgelerden (anı, günlük gibi) oluşan bir eser. Kitabın bölümleri ise şöyle:

Yazarın notu, giriş, birinci kitap, ikinci kitap, üçüncü kitap ve sondeyiş. Her bölümde başka bir yol açılıyor önümüzde. Dönemin atmosferi, yaşananları daha etkili kılmak için bölümler halinde sunuluyor. Mesela Augustus’un kızı Julia’nın günlüğüne bayıldım. Bu ve bunun gibi değişik parçalar var eserde. Okumak kolay ve keyifli bir durum oluyor böylece.

John Williams kitabın tarihi bir belgeden ziyade kurgusal bir metin olarak değerlendirilmesini istiyor, çünkü araştırmalarının gün yüzüne çıkardıklarına hayal gücünü de katarak bu zengin eseri ortaya çıkarmış. Okurken bunu unutmamanızı tavsiye ederim. Tarihsel roman okumak, okuduğumuz her şeyi ‘’gerçek ya da anlamlı’’ oldurmuyor çünkü. Kurgu olayını es geçmemek lazım.

Jül Sezar’ın ölmeden hemen öncesine değinerek başlayan Augustus bize ne anlatıyor?

Octavius Sezar, bildiğimiz adıyla Augustus, Roma İmparatorluğu’nun kurucusudur. Büyük işlere adım atmadan önce, toy bir gençken üç dostuyla (Cilnius Maecenas, Marcus Vipsanius Agrippa ve Quintus Salvidienus Rufus) beraber iktidara doğru yürüdüğü yola tanık oluyoruz. Bu yola çıkmasının sebebi ise dayısı Jül Sezar’ın öldürülmesi ve onun varis olması. Bir ‘’diktatör’’ sıfatıyla bildiğimiz Jül Sezar suikasta kurban gidiyor tabii. İntikam hırsı ve olması gerekeni yerine getirmek için de Augustus harekete geçiyor ve kitabımız başlıyor. Gençliğinden yaşlılığına uzanan öyküsünde ise sadece onun değil, tüm Roma’nın hikayesini okuyoruz. İktidara giden süreç ve iktidarın merkezi olmak üzere iki ayrı bölüm var aslında eserde.

Roma’nın sosyal ve siyasi yaşamından izlere gündelik hayatın detaylarıyla tanık olmak hoş bir okuma oldu. Roma’yı göklere çıkaran, ağzımızı hayretten açık bırakan ve abartılan yanlarına ayna tutan bir eser değil de arka plana odaklanan sıradan ve özgün bir metin. Böyle bir üslupla kağıda dökülmesine rağmen akılda kalıcılığı ve çarpıcı etkileriyle dikkat çekmeyi başarıyor. Karakter çeşitliliğinin de eserin en iyi yanı olduğuna da unutmadan değinelim: Devlet adamları, tarihçiler, yazarlar, şairler, komutanlar ve askerler, entrikanın göz bebeği bazı kadınlar, köleler, sürgündekiler ve komplocular ile hiç sıkılmayacağınız yolculuk için Antik Dünya’nın kapısını Augustus ile açabilirsiniz.

Kitapta adı geçen isimler ise Roma’yı Roma yapan birçok etkenden biri. Özellikle devlet adamları, şairler ve tarihçilerden beslenen eser, bu anlamda doyuma ulaştırıyor. İşte dikkat çeken kişilerden bazıları: Cicero, Marcus Antonius, Brutus, Tiberius Claudius Nero, Livius, Horatius, Ovidius, Strabon, Şamlı Nikolaos, Vergilius.

Entrikalarla dolu sahnelere sürükleyenler: Augustus’un eşi Livia, kız kardeşi Octavius, kızı Julia.

Ve Mısır Kraliçesi Kleopatra.

Bu isimleri yazıyorum çünkü kitaba olan ilgiyi artırmaya yarayacak potansiyelde önemli şahıslar bulunuyor bu yapıtta. Bir yerlerden tanıdık geliyordur belki sizlere :slight_smile:

Kitabı müthiş kılan birçok özellik var gördüğünüz gibi. Tabii ben sevdim diye herkesin seveceğini düşünmüyorum, ama pek az okunmasını da kabullenemiyorum. Tarihsel roman türünün zirvesi olarak kabul görmüş ve ödül almış (Williams ve Augustus, 1973 ABD Ulusal Kurgu Kitap Ödülü’nü John Barth ve Chimera ile paylaştılar) bir eser daha pek çok okura ulaşmalı; birçok yönden doyuma ulaştıran ‘’iyi bir edebiyat’’ anlamında başarılı bulduğum Augustus’u şiddetle öneriyorum sizlere.

Augustus’a başlamadan önce önereceğim birkaç şey ise Robert Graves’in Ben, Claudius ve Tanrı Claudius eserlerini okumanızdır. Bu kitaptan daha detaylı ve uzun bir anlatı olmasına rağmen sizi içine alabilecek türden bir klasik. İncelemek isterseniz yorumumu buraya bırakıyorum. Bir de ön bir araştırma yapabilirsiniz. Kitabı okuduğunuz sırada bile destek alabilirsiniz.

Bu kitabı bitirir bitirmez (çok etkilendim) Roma Tarihi ile ilgili kabarık bir okuma listesi oluşturdum. Adı geçen tarihçilerin kitaplarını da unutmadım tabii listeyi düzenlerken. Vergilius’un Aeneas’ını okumuştum mesela, Augustus’un etkisiyle birlikte tekrar bakmayı düşünüyorum. Zaten birkaç kez okunacak cinsten muhteşem bir eserdir Aeneas. Yorumuma da buradan ulaşabilirsiniz.

Bu şaşırtıcı Amerikalı yazarın dehası, bütünüyle yabancı görünen hayatların bizimkilere ne kadar benzediğini göstermesinde yatıyor. - John Gray, New Statesman

İlk imparatorun hayatı tarihi bir roman için ideal bir araçtır: Augustus, hakkında aynı anda çok şey ve çok az şey bildiğimiz bir figürdür ve bu nedenle hem tanımlamayı hem de icadı davet eder. - Daniel Mendelsohn, New York Review of Books

Hoşuma giden birkaç alıntı:

Dünyayı fethettim ama hiçbir yeri güvende değil; halka özgürlük tanıdım ama bir ondan hastalıkmış gibi kaçıyorlar; güvenebileceğim kişilerden tiksiniyor, bana çabucak ihanet edecekleri seviyorum. Ve nereye gittiğimizi bilmiyorum ama bir ulusu kaderine götürüyorum. – Jül Sezar

Orası, insanın dostunu düşmanını bilemediği, yetkinin erdemden üstün tutulduğu, ilkelerin şahıslara kul edildiği Roma dünyası.

İnsan bir yıl ahmak gibi yaşayıp bir günde akıllanabilir. - Horatius

İlk defa Kraliçe’nin huzuruna, Medea’nın ya da Kirke’nin karşısına çıkacakmışım gibi garip bir his içinde çıktım; sanki ne tam tanrıça ne tam kadın, ikisinden de daha doğaüstü bir varlıktı. (Kleopatra) – Şamlı Nikolaos

Önümdeki sakin yıllarda, içimde bir yerde ya da kitaplarımda bulacağım bir hikmet vardır belki. - Julia

… yıllar geçtikçe Roma’nın gururlandığını ileri sürdüğü ve üzerine büyük imparatorluğu kurduğu o eski “erdemlerin” -o sınıf, itibar, onur, görev ve dindarlık “erdemlerinin” -insanı insanlığından çıkardığına giderek daha fazla inanır oluyorum. Yüce Octavius Sezar’ın çabalarıyla Roma artık dünyanın en güzel şehri. Şimdi sakinleri de ruhlarını şımartıp kendilerini yaşadıkları şehir gibi, daha önce bilmedikleri bir güzellik ve zarafete götürecek imkâna sahip olamazlar mı?

… kimse İmparator’un sağladığı haysiyetli ve rahat hayattan hoşnut görünmüyor. Bunlar tuhaf insanlar… Sanki güvene, huzura ve rahata katlanamıyorlar. – Şamlı Nikolaos

İnsanın kendi hayatını araştırırken başkalarının yazdıklarına muhtaç kalacak kadar yaşlanması olağanüstü bir şey. – Augustus

Ne ters bir hayvandır şu insan, en çok kıymet verdiği, reddettikleri ya da terk ettikleridir! - Augustus

Geleceği bilmeyen genç, hayatı destansı bir macera, yabancı denizlerde ve bilinmeyen adalarda kendi güçlerini sınayıp ispatlayacağı ve sonunda ölümsüzlüğünü keşfedeceği bir yolculuk olarak görür. Bir zamanlar hayalini kurduğu o geleceği yaşamış orta yaşlı adam hayatı bir trajedi olarak görür, çünkü gücü ne kadar büyük olursa olsun o gücün, tanrıların ismini taktığı tesadüfün ve doğanın kuvvetine galebe çalamayacağını öğrenmiştir, ölümlü olduğunu öğrenmiştir. Ama ihtiyar, kendisine verilen rolü adamakıllı oynamışsa, hayatı bir komedi olarak görmelidir. Zira onun zaferleri ve yenilgileri birleşir ve gurur ya da utanç vesilesi olmakta birbirlerinden farkları kalmaz, ihtiyar ne kendini o kuvvetlere karşı ispatlamış bir kahramandır ne de o kuvvetlerin yok ettiği bir başrol oyuncusu. Her zavallı, acınası oyuncu gibi o da artık kendi olmadığı pek çok rol oynadığını anlar. - Augustus

Artık inanmaya başladım ki her insanın hayatında, er ya da geç, dile dökebilsin ya da dökemesin, anlayabildiği diğer her şeyin ötesinde yatan korkutucu gerçeği kavradığı; yani tek başına ve yalnız olduğu ve kendisi olan zavallı varlıktan başka bir şey olamayacağı gerçeğini kavradığı bir an var. - Augustus

John Williams’ın bir kitabı daha dilimize kazandırılıyor (YAKINDA):

Yayımladığım diğer platfomlar:
Wannart
Bubisanat
1000kitap

18 Beğeni

İkisi de büyük şair. Ovidius - Dönüşümler; Horatius - Ode’ler ve Epod’lar öneririm.

1 Beğeni