Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Laird Barron son dönemde en çok merak ettiğim korku yazarlarından birisi. Sizin bu yorumunuz ile merakım daha da arttı. Umarım birgün bu yazara da bir yayınevi el atar.

4 Beğeni

Karanlık Kitaplık’a muhtemelen dahil ederler. Nathan Balingrud ve Stephen Graham Jones’a şans verdiklerine göre Barron’ı da radarlarına almışlardır.

3 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 27-30 Sarıca 2022
[Okuduğum 339.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 66.betik
[Sarıca ayının 8.betiği]

Günümüzde Hristiyanlık dinin kurucusu İsa (as) bilinse de aslında Pavlos denilen havari olmayan misyoner olduğunu biliniyor muydunuz? Pavlos, İsa (as)'a gönderilen İsevi inancını pagan kültürüyle sentezleyerek o inancı kısmen yok etti. Putperestlik, Hristiyanlık’ta daha doğrusu Pavlosilik’te olduğu için bu dini kısmen olarak semavi din olarak kabul edebiliriz. Pavlos’un getirdiği sistem ve İbraniler’in üstün ırk kibirden dolayı Barnabas İncili, sahte incil olarak kabul ederler. Barnabas, Pavlos’tan daha güçlü olsaydı kısmen tahribata uğramış İsevilik, günümüzde devam ederdi. Bu sayede İseviler, İslam’a daha da sıcak bakardı.

Babasız doğan İsa (as)'nın mucizeleri sapkınlarca yarı tanrı özellikleri kabul ederler çünkü normal şartlarda insanlar bir erkek ve bir kadından oluştuğu gibi normal insanlar; cüzzamları iyileştirme, körleri iyileştirme, ölüyü diriltme ve elleriyle yaptığı nesnelerin canlanması gibi özellikler taşımazlar. Ayrıca İbraniler kendilerini üstün ulus olarak kabul ettiği için İbrahim (as)'in Kantura ve Hacer’den doğan çocukları önemsemediği gibi onların soyundan gelen yalvaçları kabul etmezler. Kabul etseler sanki kendilerini aşağılık olarak his ederler. Bundan dolayı İbraniler, kuzeni olan Muhammed (sav)'in yalvaçlığı kabul etmezler.

Barnabas İncili’nde Mesih olarak müjdelenen ve İshak (as) soyunda olmayan [İsmail (as) soyundan gelen] Muhammed (sav); bu incile göre Tanrı onun hatrına bütün kainatı yarattığını vurguluyor. Ne yazık ki İslam inancına geçmiş bu özellik sayesinde Kur’an-ı Kerim’de geçen “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” ayet-i kerimeyi gölgede bıraktı. Barnabas İncili’nin anlattıkları değil Enbiya Süresi’nin 107.ayeti kabul ederim çünkü Müslümanlar’ın Muhammed (sav), Museviler’in İsa (as) ile Üzeyir (as) ve Hristiyanlar’ın İsa (as)'ı yarı tanrılaştırmalarını kabul etmiyorum. İsa (as), Üzeyir (as) ve Muhammed (sav), Tanrı’nın insanlara gönderdiği yüz yirmi bin yalvaçlardan üçüdür. Muhammed (sav), rahmet yönünüyle insanlara örnek olarak kıyamete kadar devam edecek. Bugün müslümanların içindeki sapkınlıklardan dolayı müslümanlar helak olmuyorsa Muhammed (sav)'ın duasından dolayıdır.

Barnabas İncili’ne göre Meryem, İsa (as) göğe yükseldiğinde yaşamış. Oysa bildiğim kadarıyla Meryem, İsa (as) dünya hayatı yaşarken vefat etmiş. Bu incile göre; İsa (as), göğe yükseldikten sonra üç gün annesi ve ona gönülden inananlarla vedalaşmak için yeryüzüne gelmiş. Elbette doğrusunu Tanrı bilir. İsa (as) öldürülmedi. Romalılar’ın öldürdüğü kişi onu ispiyonlayan Yahuda İskaryot’tur. Ayrıca Yahuda İskaryot, onu ispiyonlayacağını Cebrail (as) aracılığıyla öğreniyor Tanrı’dan. Barnabas İncili’nin gerçekleşen tek olayı Muhammed (sav) gelmesiyle inananlar, İsa (as) yaşadığını ve göğe yükseldiğini öğrendi. Biz inananlar olarak kıyamete kadar böyle bileceğiz çünkü İsa (as), kıyamete yakın bir zamanda yeryüzüne inecek ve İslam dinini tebliğ ederek Muhammed (sav) ümmetinde olma hayali gerçekleşecek. İnanan olarak “Tanıklık ederim Tanrı’dan başka yaratıcı yoktur ve tanıklık ederim ki İsa (as) onun kulu ve elçisidir.” gururla diyorum çünkü İsa (as), Tanrı’nın oğlu değil Tanrı’nın insanlar sonsuz yaratma gücünün göstergeasi olarak onu babasız olarak yarattı.

Barnabas İncili’nde İslam’a aykırı bir kaç özellik keşfettim; Tanrı’nın Muhammed (sav)'ın hatırına bütün kainatı yaratması, İsa (as)'nın su fıçısını şaraba dönüştürme mucizesi, yalvaçların günahkar ve alaycı olması, Tanrı’nın İsa (as) aracılığıyla Erlik’i (şeytanı) bağışlama fırsatı tanıması, Yahya (as)'yı tarihten silmiş, daha doğrusu onun rolünü İsa Mesih’e vermesi vs. Her inanan gibi Barnabas İncili gerçek incil olmadığını biliyorum. Matta, Markos, Yuhanna ve Lukas İncilleriyle kıyaslarsam okunması gereken bir incil olduğunu düşünüyorum çünkü hak dinin düşmanı Pavlos’u sevmediğim için bir de İslam’la bağdaşlamadığından dolayı kötünün iyisini yeğlerim… Muhammed (sav) ümmetinde olduğum için gurur duyarak bu incili okumanızı tavsiye ediyorum.

5 Beğeni

Jean Christophe Grangé, yine bir polisiye gerilim romanıyla karşımızda. Bu kez bize sunduğu atmosfer, Nazi Almanyası. Zaman ve yer, 1939 Berlin.

Ortak yönleri bulunan kadınların bir çeşit modus operandi (çalışma şekli, yani failin tekrarladığı öldürme biçimi) ile farklı yerlerde katledilmeleri, romanın polisiye olay örgüsünü başlatan ana öğe. Ortak yönlerinden ilk etapta en çarpıcı olanı, ölmeden önce rüyalarında aynı Mermer Adam’ı görmüş olduklarını aynı psikiyatr ile paylaşmaları.

Yazar, büyük başarı ile kurguladığı hikâyesini bize üç ana karakter ekseninde anlatmayı tercih etmiş. Bu karakterler hemen kapak arkasında isimlerini okuyabileceğiniz iki psikiyatr ile bir SS subayı.

Sürpriz bozan olmadan olay örgüsünden detaylı söz etmek mümkün olmadığından, nitelik açısından değerlendirmeler yapacağım. Yazarın üstün kurgulama ve anlatım becerilerine rağmen ödün verdiği bir şeyler var örneğin. Onları üstü kapalı biçimde paylaşabiliriz.

Öncelikle, yazarın bize zamanı ve mekânı adeta yaşattığını söylemek çok iddialı olmaz. Grangé okumayı sevenler, yazarın aşina oldukları bu becerisini Mermer Adam’da da bulacaklar. Beklenmedik son ve adım adım oraya doğru götüren olayların kurgusu ile detaylı anlatımı, yazarın en çok özendiği noktalar olmuş. Diyeceksiniz ki “Başka ne kaldı?” Hemen o kısma gelelim.

Grangé, altı yüz sayfayı aşan hikâyesine ve onun oturaklı bir kurgu içine dağılmasına o kadar odaklanmış ki karakterlerin motivasyonları meselesine ya vaktinin yahut yerinin kalmadığını düşünmüş olmalı. Büyük bir yazar olan Grangé’ın bu tökezlemenin farkında olmadığına ihtimal vermek istemem doğrusu. Şimdi, hem bilenler için hatırlama hem bilmeyenler için açıklama mahiyetinde karakterlerin motivasyonları meselesine girelim.

Bir hikâyenin karakteri, ancak kendisini harekete geçirecek nitelikte bir motivasyon ile harekete geçer; yani çıkarcı ise büyük bir çıkar olmaksızın mermilerin üzerine idealist bir tutkuyla atlamaz örneğin. Nazi düşmanı bir karakterin, bir Nazi subayı ile ekip olmasının uzun ve doyurucu bir arka plana ihtiyacı vardır örneğin.

İşte Mermer Adam’ın aksayan belki de tek tarafı bu. Bu üç karakter, çizilen kişilikleri ile bağdaşmayacak davranışları epey sergiliyorlar ve birbirlerine romantik denebilecek geçiştirmelerle, okuyucuyu tatmin etmeden bağlanıyorlar. Bu büyük ihtimalle Grangé için bir açmazdı çünkü hikâyesini üç koldan anlatmayı tasarlamıştı ve bazı şeyleri açıklayabilmek için bu profillere ihtiyacı vardı. Bu noktada da isminin sağladığı krediyi kullandı ve “O kadarını da idare edin,” dedi sanki. Ben ettim şahsen. Yazdıklarım da şahsî görüş ve tahminlerinden ibaret zaten. Belki de ne yazar katılırdı buna ne de sizler katılacaksınız.

Bunun dışında sorun yok gibi. Belki bazı tesadüflerin fazla tesadüf olduğu ya da bazı şeylerin daha basit, bazılarının da daha zor olması gerektiği hissine kapıldığınız birkaç yer olur ama bu kadar uzun bir roman için normaldir bence.

Anlatım fevkalâde. Toplanan bilgi miktarı takdire şayan. Büyük emek var, büyük yetenek var, büyük başarı da hakkıdır diye düşünüyorum. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.

Kitabı okumayı bitirdikten sonra yaptığım yorumdur. Bu bağlamda umarım doğru başlıktır. İlk denemem çünkü.

25 Beğeni

image

Katiller Vakti - R.J. Barker

Dilimize kazandırılması ile beraber R.J. Barker ile tanışma fırsatı sunan Katiller Vakti, aynı zamanda yazarın ilk kitabı. Fazla bir beklenti ile başlamadığım Katiller Vakti’nin başından keyifle ayrıldım, 4.5 tan 4 verdim.

Kitap dolu dolu bir macera vermiş bize, akıcı ve hızlı okunabilir olmuş. Sihir kullanımının canlıları, doğayı, hayatı tahrip ettiği bir ülkede geçen hikayede evren biraz yüzeysel kalsa da güzelce oluşturulmuş. Kimin tuttuğu bilinmeyen suikastçıları yakalama için işe alınan suikastçılar fikri güzelce yedirilmiş. Yazar hikayeye birkaç twist de koymuş, 1-2 tanesi beni de avladı :slight_smile: hoşuma gitti :slight_smile:

Ana karakterimiz Girton 14-15 yaşlarında bir suikastçı çırağı ve ustası ile beraber olayların merkezinde. Görevi gereği önemsiz bir soylunun oğlu rolü ile sarayda yaverlik yapmaya başlıyor, tüm varoluşu dahilinde sadece ustası ile yakın bir insani ilişki kurduğundan hayatında ilk kez yaşıtları ile etkileşime giriyor. Ölümcül bir katil olma eğitimi alan bir ergenin arkadaşlıkları, düşmanlıkları, aşkı, zorlukları tek tek tanıması güzel bir gelişim hikayesi oluşturmuş. Bu gelişim fiziksel değil, karakterin içten gelişimini birebir yaşıyoruz. Bu şekil anlatınca genç-yetişkin kitabı gibi durdu ama hem coğrafyanın ve evrendeki hayatın zorluğu, hem de saray ve soyluların dinamiği ile olaylar sertçe işlendiğinden kitap yetişkin seviyesine çok daha yakın.

Yazarın anlatım tercihi de birincil ağızdan olduğu için okuyucu Girton ile ister istemez bir bağ kuruyor. Eğer bu bağda okuyucu karakteri sevmeyeceği birkaç yere denk gelirse okumak biraz zorlaşabilir. Bazı kısımların fazla oldu bittiye gelmesi, kimi karakter ve olayların fazla yüzeysel kalması gibi ilk yazar/ilk kitap eksikleri de mevcut ama genel anlamda uzun zamandır okuduğum en derli toplu ilk roman diyebilirim.

Barker üçleme olarak yazmış, sonraki yıl içinde serinin iki kitabı daha basılmış. Ben Epsilondan devamı adına pek ümitli değilim, gördüğüm kadarı ile fazla bir ilgi olmamış kitaba. Ama Katiller Vakti kendi içinde başlangıcı ve bitişi belli bir hikayeye sahip. Kitap bittiğinde gönül rahatlığı kapatıp rafına koyulabilir ve devamını merak etmeden sonlandırılabilir yani. Muhtemelen sonraki kitaplarda Girton’un merkezinde olduğu farklı bir hikaye yazmıştır yazar, çevrilirse okurum çevrilmezse de sıkıntı değil :).

24 Beğeni

Mai ve Siyah - Halit Ziya Uşaklıgil

Kitabın ana karakteri Ahmed Cemil, babasının ölümüyle hayatın yükünü omuzlamaya mecbur kalmış bir gençtir. Annesini ve kendisinden beş yaş küçük kardeşi İkbal’i geçindirmek için bir kaç kuruşa tercümanlık yapmaya başlar. Haftanın bir kaç günü bir zengin çocuğuna ders verir. Bir yandan da ünlü bir şair olma hayalleri kurmaktadır. Hayaller Ahmed Cemil’in hayatında fazlasıyla yer kaplar…

Kitabı okurken başta Rus klasikleri okuyormuşum gibi bir tat aldım. Ahmed Cemil’i de ilk başta sevmiştim, sonra bu değişti. Karakterin kendini hayallere kaptırıp gitmesine anlam veremedim. Bazen de buna kızdım. Ayakları yere basmıyor, gerçekler yerine hayallerle avunuyordu.

Mai ve Siyah aslında biraz fazla karamsar bir kitap. Ana karakter de eylem adamı değildi kesinlikle. Yine de okuduğuma pişman olmadım.

17 Beğeni

9781857989359-us

Gregory Benford - Timescape romanını bitirmek üzereyim.

Hikaye Hard Sci-Fi türüne dahil ediliyor. Ortada çok geniş çaplı bir felaket senaryosu hakim fakat tam anlamıyla apokaliptik bir durum söz konusu olmadığı için post-apokaliptik kategorisine dahil edilemeyebilir. Anlatım olarak “Sci-Fi for Scientist” yani “Biliminsanları için Bilimkurgu” denilen tür gibi aşırı ağır bir anlatımı olmasa da öyle lay lay lom okunan bir hikaye değil. Biraz olan bitene ve yazarın okuyucuya sunduğu açıklamalara kafa yormak gerekiyor. Ayrıca yazarın dili ve anlatımı öyle çok basit değil. Yer yer oldukça çetrefilli bir hal alabiliyor.

Spoiler vermeden genel olaylardan çok çok kısa bahsetmek istiyorum. Hikaye 1998 ve 1962-63 yılları arasında biliminsanlarının gözünden dönüşümlü olarak ilerliyor. 80-90’lı yıllarda Diatom Bloom (Anlaşılabilir olması için çok basite indirgersek, bizde geçen sene yaşanan müsilaj benzeri bir durum) denilen anomali, okyanuslarda kontrolsüz şekilde yayılarak doğanın dengesini bozmuş ve domino etkisi ile başta kıtlık olmak üzere çok geniş çaplı felaketlere yol açmıştır. Milyonlarca insan ölmüş, toplum dengesi bozulmuş ve medeniyet oldukça gerilemiştir. Bilim insanları bu durum felaket boyutlarına ulaşmadan önce önüne geçilebilmesi için 1998 yılından Takyonlar (Işıktan hızlı gittiği varsayılan, hipotetik atomaltı parçacıklar) aracılığı ile 1962 yılına mesaj göndermek üzere çalışmalara başlıyorlar. Dolayısı ile bilimkurgu kısmı ekoloji, mikrobiyoloji ve çoğunlukla parçacık ve kuantum fiziği ile temellendiriliyor.

Bu felaketler yaşanırken ve yaşandıktan sonra farklı coğrafyalardaki toplumların durumu da ele alınıyor. Öyle tek boyutlu olarak yazılan, karakterler ne gördüyse ondan ibaret olan bir hikaye değil. En genel şekli ile bakarsak bilim insanlarının karakterleri, birbirleri arasındaki ikili ilişkileri, özel hayatları, içinde bulundukları psikoloji, akademi irdelemeleri ve genel küresel politik eleştiriler hikaye içinde bilimkurgu anlatılarından daha fazla yer kaplıyor.

Malesef Timescape gibi Gregory Benford’un hiçbir eseri Türkçe’ye kazandırılmamış.

21 Beğeni

Dan Brown’dan okuduğum ikinci kitap olan Melekler ve Şeytanlar aslında çok daha önce bitirebileceğim bir kitaptı. İş güç başka şeyler derken böylesine bir süreye yayılabiliyor okumam. Ama bu uzun sürenin böylesine harika bir eserin sıkıcı olduğunu göstermediğini belirtmek isterim.

Yazardan okuduğum ilk kitapta -Da Vinci Şifresi- gizem ve şifre çözme olayları en sevdiğim kısımlardı. Melekler ve Şeytanlar’da ise bu etkenler pek fazla yoktu derken kitabın ikinci kısmı çok daha iyi çıktı diyebilirim. Hatta bu kitaptaki kovalamaca daha heyecanlı ve tempoluydu.

Melekler ve Şeytanlar’ın en iyi yanı da yazarın Roma’yı anlatımı ve heykelleri olabilecek en iyi şekilde yorumlaması. Bu kısımları okurken bir gözüm de telefondaki görsellerdeydi. Bu eser sayesinde bir sürü isim ve yapıtlar da tanımış oldum.

Kısacası, İlluminati, Din ve Bilim üçgeninde gidip gelen romanı tek gözünüzü kapayarak da okumak isteyebilirsiniz. Ters köşeleriyle ve müthiş kurgusuyla kitap 10 puanı hakediyor.

21 Beğeni

Japon Klasikleri 15: Yeni Bir Hamlet, Osamu Dazai

William Shakespeare’in eşsiz ve trajik oyunu Hamlet’i okumadıysanız eğer, bu yazıya konu olan kitaba yabancı kalabilirsiniz. Ama belki de Hamlet’i okumanıza vesile olabilir bu durum. Aslında bu kitap, Hamlet’in bir uyarlaması değil de, çok daha başka bir versiyonu olarak nitelendirilebilir. Osamu Dazai’nin hayatından izler görebildiğimiz tiyatrovari bir roman Yeni Bir Hamlet.

Shakespeare’in Hamlet’i bu kitapta Osamu Dazai olarak karşımıza çıkar. Diğer karakterler de yazarın hayatında belli başlı rolleri olan kadınlardan ve kişilerden bazılarıdır; dostları ve çevresidir. Depresif ve şanssız Hamlet, bildiğiniz gibi insanlarla arası iyi olmayan, anlaşılmamış ve umutsuzluğa sürüklenen biri. Osamu Dazai de insanların arasında yaşamak için soytarı maskesinin ardına saklanmış, umut etmekten yorulmuş ve yaşamın akış nehrinde bata çıka yol alan biri. Benzerlikler var; kalabalıkların içinde yalnızlık hissi, kayboluş ve bir dert anlatamama durumu. Böylece yazar da Hamlet’i kendisiyle özdeşleştirip insanlara karşı olan tutumunu kağıda döküyor ve aykırı bir eser olan Yeni Bir Hamlet ortaya çıkıyor.

Sıradışı hayatı olan ve birkaç intihar denemesinden sonra bunu gerçekleştiren yazarın yaşamını bilmek kitabı daha anlamlı kılabilir. Hayatı hakkında en iyi nasıl bilgi sahibi olabilirim diye sorarsanız, İnsanlığımı Yitirirken’i şiddetle tavsiye ederim. Ölmesine yakın bir zamanda yazıp yayımladığı son eseri olup Osamu Dazai’nin otobiyografik bir romanıdır. Çarpıcı üslubu ve yaşadıklarıyla birlikte okuru derinden sarsan kitabın yorumunu ise buradan okuyabilirsiniz.

Melankoli, umutsuzluk, yalnızlıkla bütünleşmek ve anlaşılmamak gibi trajik konularla içselleşen eserlerinde; özgürlüğü ve kural tanımazlığı da bambaşka bir ölçüde hissederiz bu arada. Umudunu kaybetmiş bir insan, neredeyse her şeyi yapabilecek güçte olabiliyor bazen. Çünkü kaybedecek neyi var ki?

Yeni Bir Hamlet’i oldukça ilginç buldum. Tiyatro okuyacağımı düşünürken tuhaf diyaloglarla dolu bir roman buldum elimde. Shakespeare, Hamlet eserinde insan doğasının çıkmazlarını yüzümüze vururken, Dazai bu çıkmazın içine kendisini koyup absürt bir metinle Hamlet’i tekrar canlandırıyor. Gerçi Hamlet hiç ölmemişti ki… Her okunduğunda tekrar var oluyor. Acıları da son bulmuyor.

Osamu Dazai’nin kendisine ve kalemine aşina olan okurlara önerebileceğim farklı bir eser Yeni Bir Hamlet…

Birkaç kez okuduğum, dönüp baktığım ve etkilendiğim alıntılar:

-İki insan birbirini ne kadar severse sevsin, sevgisini kelimelere döküp söylemediği sürece karşı tarafın o sevgiyi anlaması mümkün değildir.

-Başkalarının sözlerinin senin canını acıttığı gibi, senin dobra sözlerinin de başkalarının canını nasıl yakabileceğini bir an olsun düşünmüyorsun.

-Acı çektiğim için acı çekiyorum diyemez miyim? Neden? Ben her zaman düşündüğümü olduğu gibi söylerim. Dürüstçe konuşurum. Gerçekten yalnız hissettiğim için yalnız olduğumu söylüyorum. Cesaretlendiğim için cesaretlendim diyorum. Ne bir taktik var ne de bir yalan.

-Yüzümde ciddi bir ifade var; ancak ben bir komedinin başkahramanıyım. Belki de bir soytarı olabilecek becerilere sahibimdir!

-İnsanlardan korkuyorum, onlardan tırsıyorum.

-Hayatım boyunca hiçbir zaman küçümseme, nefret, öfke ya da kıskançlık gibi duygular yaşamadım. Sadece insanları taklit ettim ve yaygaralar kopardım. Aslına bakarsanız hiçbirini anlamıyorum. İnsanlardan nefret etmenin, onlara tepeden bakmanın veya kıskanç olmanın nasıl bir his olduğunu bilmiyorum. Gerçekten hissettiğim tek şey, kalbimi küt küt attıracak kadar iyi bildiğim tek duygu, acıma.

-Son zamanlarda insanların giderek daha fazla acınası hâle geldiğini hissediyorum ve bu duruma dayanamıyorum. Herkes var olmayan bilgeliğin suyunu sıkmaya çalışıyor; buna rağmen daha da kötüye gidiyorlar.

-Teslim olmak mı kaçmak mı, adil ve dürüst bir savaş mı yoksa aksine yalandan uzlaşma, aldatma ve yatıştırma mı, olmak ya da olmamak mı? Hangisi daha iyi bilemiyorum. Bilmemek bana acı veriyor.

-İnsanlar acınası ve zavallı varlıklar. Başarılı ya da başarısız, zeki ya da aptal, kazanan ya da kaybeden fark etmeksizin, canla başla sabahtan akşama kadar etrafta koşuşturup dururken yavaş yavaş yaşlanıyoruz yalnızca. Merak ediyorum, sadece bunları yapmak için mi dünyaya gönderildik?

-Bir insanın kötülüğünü affedebilirim ama aptallığını affedemem. Aptallık en büyük suçtur.

Yazarın diziden çıkan diğer kitapları ve incelemeleri:

Japon Klasikleri 2: Yeşil Bambu ve Diğer Öyküler

Japon Klasikleri 7: İnsanlığımı Yitirirken

Japon Klasikleri 8: Öğrenci Kız

Paylaştığım diğer platformlar:
Wannart
Bubisanat
1000kitap

18 Beğeni

We who are about to…

Yıllar yıllar önce ben Ursula Leguin’i yeni keşfetmiş bir genco iken rastgele bir imageboard’da elemanın teki bana “Ayyaş, ‘jaded’ bir Ursula Leguin tarafından yazılmış gibi” diyerek bu kitabı tavsiye etmişti. O gün aklımın bir köşesine yazmıştım ama maalesef kitabı bulmak kolay olmamıştı. Geçenlerde bulup aldım, dün de hasta olmuş idim yatarken okuyayım dedim. Zaten kısa bir şey, bir oturuşta bitti.

Kitabın yazarı Joanna Russ. Kitapta yanlış gezegene acil iniş yapan bir gemideki insan grubunun yaşadıkları anlatılıyor. Kolonileştirmeye ve çoğalmaya karşı çıkan bir kadının gözünden anlatılıyor hikaye. Baştan belirtmeliyim ki o kadar da etkilendiğim söylenemez. Önce beğendiğim yanları:

  • Karakterler ilginç, toplam 8 kişilik bir grup ama her biri bambaşka tipler
  • Ana karakterin gözlem gücü yüksek, ve aşırı kötümser ve de jaded birisi. Kendisinin düşünceleri beni oldukça eğlendirdi ve Allah affetsin bayağı empati kurdum.

Beğenmediğim yanları:

  • Bana olaylar aşırı zorlama gibi geldi. Yani (inceden spoiler) reis yabancı gezegene inişinin 7. gününde de “KOLONİLEŞECEĞİZ, DÖLLENECEKSİN SENİ YÜRÜYEN RAHİM” diye kolektif olarak kudurmazsın be. Daha yemeğin yok bir şeyin yok. Ben ikna olmadım, doğal değil bence.

  • Çok ilginç bir premise’i harcamış gibi geldi bana yazar reis. Azıcık daha uzatsa, sosyal dinamiklerin gelişimini vs. (söylendiğine göre) kendine has feminist gözüyle falan incelese bence daha hoş olurdu.

Sanırım bu kitap tarihsel değeri açısından önemli daha çok. Bilim kurgunun ekseriyetle minnoş teknolojik cennetler, epik kolonileşme hikayeleri vs. etrafında döndüğü bir ortamda bu tarz bir hikaye edebi çevrelerde bir nevi surata soğuk su çarpma etkisi yapmış diye anlıyorum. Tabi biz artık grimdarka, yeraltı edebiyatına bilmem nelere alışkın olduğumuzdan bizde vaktiyle yaptığı etkiyi yapmıyor olabilir :thinking:

18 Beğeni

We Are Legion (We Are Bob) - Dennis E. Taylor / Bobiverse 1. Kitap


513erhF-l2L

Ölümsüzlüğe erişmek için neleri göze alırsınız? Mesela öldüğünüzde kafanızın kesilerek teknoloji yeterince ilerleyene kadar dondurulmasını tercih eder misiniz?

Kitabın kahramanı Bob Johansson tercihini bu yönde kullanıyor ve bir kriyojeni firmasıyla sözleşme imzaladığı gün ölüyor. Tekrar gözlerini açtığında ise bir şeylerin ters olduğunu fark ediyor. Aradan 117 yıl geçmiş, ABD yönetimi radikal bir biçimde değişmiş -artık adı The Free American Independent Theocratic Hegemony (F.A.I.T.H.)- ve Bob artık devletin malı. Ayrıca eğer hayatta kalmak istiyorsa kendisiyle aynı durumda bulunan diğer kişilerle yarışmalı ve uzaya tek yönlü bir bilet kazanmalı. Hayatta kalan talihli devletin meskun gezegenler bulmak için uzaya göndereceği geminin yapay zekası olacak ve en az 3 farklı devletin de ana hedefi hâline gelecek. :slight_smile:

Yazar Bob’un (ve sonrasında diğer Bob’ların) perspektiflerinden yolculuklarını, hayatta kalmak için yaptıklarını ve keşiflerini oldukça sade ve esprili bir dille anlatıyor. Kitap boyunca başta Uzay Yolu olmak üzere bir çok bilim kurgu ve fantastik kurgu esere çok sayıda gönderme var ve bunları anlamak kitaptan alacağınız zevki kesinlikle arttırıyor. Ayrıca ton olarak benzemese de keşif kısmı başlı başına Uzay Yolu’na bir saygı duruşu bence.

Son zamanlarda okuduğum en keyifli kitaplardan biri oldu, devam kitaplarını da ileride bir gün okumayı umuyorum. Yazarın dili ve kelime seçimleri karmaşık değil, İngilizce gereksinimi de buna bağlı olarak oldukça makul diyebilirim. Umarım bir gün dilimizde de görebiliriz.

Puanım 8.5/10

Bilim kurgu sevenler mutlaka bir şans vermeli.
24 Beğeni

Öncelikle bu kitaba İncil diyemeyiz, zira İncil kelime anlamı ile “Sevindirici Haber” demektir, ki bu Grekçe kelimeyi Kur’an da kullanır. (Böylece Kur’an’ın, Grekçe yazılan bu 4 incili yani Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’yı onadığını yani kabul ettiğini anlayabiliriz) Peki bu Sevindirici Haber nedir ? Yani neyin haberidir bu?: İsa’nın başlangıçtan beridir peygamberlerin Tevrat’ta, Mezmurlar’da(Zebur’da) haber verdikleri bir Kurtarıcı’nın, beden alarak Mesih sıfatıyla dünyaya gelişi, insanları mahkum oldukları günahtan kurtarmak için çarmıhta kendini feda edişi, çarmıhtaki şefaatinden yani ölümünden üç gün sonra, insanları yargilamak için tekrar dünyaya gelmek üzere dirilerek göğe yükselmesinin müjdesidir. ‘Endülüslü Müsluman’ yazar da, bu Sevindirici Haberi reddettmek için, bu İslami romanı yazmış, Pavlos’u da kâfir ilan etmiştir. Böylesi bir bakış açısını yansıtan bir kitaba zaten İncil (Sevindirici Haber) diyemeyiz, olsa olsa Mesih’in mü’mini Pavlos’u reddetme kitabı diyebiliriz. (Bu arada Pavlos, Kur’an’da,Yasin Suresi 14.ayetinde bahsedilen 3. mümin kişisidir. Fakat bu romanı yazan Endülüslü Müslüman yazarın Kur’an’ın bu bilgisinden haberi bile yoktur).
Not: Bu incil ortaya ilk çıktığı anda müslümanlar arasında bir sevinç yaratmış, bilim adamları ve tarihçeler ise anında bu incil’in sahtekarlık ürünü olduğunu ve Endülüslü Müslüman bir yazarın elinden çıktığını kanıtlamışlardır.

2 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 01-05 Ekim 2022
[Okuduğum 340.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 67.betik
[Ekim ayının ilk betiği]

Adı, içerikle uyuşmayan bir betik okudum çünkü Yaşasın Yaşamak sözlük anlamıyla baktığında seni bu gafleten kurtaranlar sayesinde yaşamanın değerini bir kez daha öğreniyorsun. Oysa betikte ise o gaflet sana zarar verdiği halde yaşama sevincini aşılayan bir özellik (!) Okurken sinirlerim katsayısı arttı çünkü biz erkekler bu kadar ucuz olmamalıyız. İnsanlar, aşkı hak edenle yaşar. Böyle saplantılı aşkı kimse isteyemez. İsteyenler ise göt korkusu yaşayanlar için sadece aşk ve arkadaşlık karşı cinsten ibaret olduğuna inanıyorlar.

Çetin ve Melike’nin Mehmet’le öz evladı gibi bakmalarını satırlarda okurken ara ara gözlerim doldu. Böyle arkadaşlarımın olmasını isterdim çünkü para ve mülkten önce sevgi gelmelidir. Bu betik sayesinde manevi gücünün varlığını öğreniyoruz. Melike bir anne gibi kayıtsız şartsız Mehmet ile ilgilenmesinin sonucunda ummadığı anda Tanrı tarafında annelik duygusu veriyor hem de cömertçe yani bir değil ikiz olarak. Yaşamdan öğrendiğimiz tek şey maddiyat değildir. Otuz üç yıllık ömrümde maneviyata inandım. Elimden geldikçe kişisel sınırlarımı taciz etmeyecek şekilde kayıtsız şartsız insanları mutlu ettim. Diğer insanlar gibi başımda salmasını da bilirdim. Hep başkaları için Tanrı’ya dua ettim. Tanrı da ummadığım anda beni mutlu etmeye devam ediyor.

Candan tarafından terk edilen Mehmet’in hala onu sevmesi bana sinir bozucu geldi çünkü hemcinslerimin bu kadar ucuz olmamalıdır. Bu gün bazı kadınların kendilerini bir bok sanmalarının nedeni Mehmet gibi aşk kisvesi altında onların bacaklarının arasına tiryaki olmalarından dolayıdır. Onlar sana istediğini vermese de başka çiçeğe konacaksın. Er yada geç istediğini elden edersin. Aşkı da hak edenin kalbine aşılayacaksın. Beni terk eden yada kaltağın aklıyla gidip başkasının altında nefes nefese kalacak kadın için intihar mı edeceğim. Kuzum karşında bakınca salak mı görünüyorum. Aşkından ölsem bile o gün seni öldürüp koltuğuma oturup iştahla helvanı kaşıkla yerim. Sen tanrıça ben de köle değil. Sen de ben de insanız. Senin için değil ailem için de Tanrı’nın verdiği için ömürden vazgeçmem.

Öpüşmeler ve sevişmeler sanki Barış Demirbaş’ın kaleminden çıkmış gibi bir his veriyor çünkü Barış Demirbaş yakışıklı olduğu gibi öpüşmelerin ve sevişmelerin şehvet değil güven koktuğunu bizlere anlatıyor. Demirbaş ne amaçla yazdığını bilmiyorum ama his ettiklerimi anlattım. Öpüşmelere hiçbir zaman şehvet amaçlı görmedim çünkü öpüşmelerin en büyük özelliği güven hissiyatını yaşatmasını ve stresi azalttığı biliyorum. Demirbaş’ın esamesi okunmadığım zamanda kalem onun tarzıyla yazmasıyla sekiz yıl sonra Acı Bir Tebessüm: Başlangıç romanıyla okurlarla tanışan Barış Demirbaş’ı farkında olmadan müjdeledi mi? Bu sorunun yanıtı ne o ne de biz okurlar bilmesek de bize his ettirdikleri takdir ediyoruz onu.

Daha önce okuduğum betiği hakkında onunla konuşmak istediğimde “Ben senin askerlik arkadaşın değilim, beni istediğin zaman arayamazsın.” diyerek tersleyen kalemin “Ay Işığında Yürüyüş”, “Ben Melek”, “Kurutulmuş Çiçek Koleksiyoncusu” ve “Yaşasın Yaşamak” betiklerini okuduysam onun şanından değil o eserlerdeki etkileyici edebi dilinden dolayı okudum. Kusura bakma beni yazar egosuyla çiğneleyenlerinin üzerini çizmesini yani okumayacağımı gösteririm. İnsan olduğum için hatalarım olabilir ama yazar egosuyla rencide edilmeyi hak etmiyorum. Askerlik arkadaşın (!) olmayabilirim ama bir eseri okuduğumda aldığım enerjiyi okuyup iyi kötü yorumlarım. Yiğidi öldürsem de hakkını yiyemem. Onun en iyi alanı drama olarak adlandırdığım türden yazmasıdır. Kalem olduğu için dilediği janrlarda yazabilir. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum çünkü hemcinslerimin akıl alması dileğiyle.

2 Beğeni

OUR MAGNIFICENT BASTARD TONGUE: THE UNTOLD HISTORY OF ENGLISH

İngilizce neden kolay bir dil sayılıyor? Neden “Speak you…?” değil de “Do you speak?” diyoruz, neden var bu anlamsız “do” ? Neden ailenin diğer üyeleri(Almanca, İsveççe vs.) gibi gramer cinsiyeti yok? Neden diğer Hint-Avrupa dilleri gibi her öznesi farklı çekimlenmeyip bir -s takısıyla(I go, he/she/it goes) işi bitiyor? Bu farklılıkların tarihi bir nedeni var mı yoksa öylesine mi meydana geldiler?

Dilbilimci John McWhorter, bugüne kadar sıradan vatandaşa anlatılan İngilizce Tarihi’ni yetersiz bulmuş, ve kendi başlığıyla bir “Anlatılmamış Tarih” kitabı yazmış. Sadece kelimeler verip 800 yılında böyle yazılıyordu, 1200’de böyle oldu, 1600’de şöyle oldu demiyor. Bunun yerine gramerin zamanla değişimine odaklanıp; Viking akınları, Keltler ve hatta Kartacalılara kadar uzanan bir hikaye anlatıyor.

Kitapta bir de Sapir-Whorf hipotezine ayrılmış bir kısım var. Dediklerine katılsam da kitabın konusuyla alakasız buldum. Genele hitap etmişken bu popüler mite de değineyim demiş diye düşünüyorum.

18 Beğeni

image

Kün - Sezgin Kaymaz

Mükemmel! Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse mükemmel. Uzun zamandır bu kadar beğendiğim bir kitap okumamıştım (Ölühane Kapıları hariç, onu ikinci kez okuduğum için o sayılmıyor).

Öncelikle seslendirmeyi övmek istiyorum. Şu ana kadar dinlediklerim arasında (ki bayağı bir kitabını dinledim) Emre Melemez’in sanırım en iyi seslendirmesi olabilir. Kitapta kullanılan Konya şivesini okumak yerine dinliyor olmanın, kitabın etkisini katladığını düşünüyorum.

Ömer’in hikayesini anlatıyor Kaymaz. Hayalle gerçeği harmanlıyor, bunu da müthiş bir şekilde yapıyor.

İnsanı anlatıyor Kaymaz. İnançlısı, inançsızı, masumu, suçlusu, cahili, eğitimlisi derken her tür insanla tanışıyoruz. Bu sayede de kimi zaman hüzünlenirken kimi zaman da (özellikle de Hüdai ile Çeto’nun sohbetlerinde) çokça eğleniyoruz.

Çeto demişken! Sen ne mükemmel bir yaratıksın Çeto. Kitaptaki her anından inanılmaz bir keyif aldım. Keşke senle ilgili daha çok şey okuyabilseydim. Yine de seni tanıdığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Kitabın başlarında odaklanamadığım için biraz zorlandım, ilk yarım saatini birkaç kez dinlemek zorunda kaldım. Siz de eğer bu tür bir zorlanma hissederseniz sakın bırakmayın, sonrasında kitap su gibi akıyor. Elbette herkese hitap etmeyecektir ama bir şekilde frekanslarınız uyuşursa sizi muhteşem bir hikaye bekliyor olacak. O yüzden bir şans vermenizi, hatta mümkünse Storytel’den dinlemenizi tavsiye ederim.

Son olarak bir öz eleştiri de yapmak istiyorum. Storytel’e üye olmadan önce sadece fantastik kitap okurdum ki bunlar da çoğunlukla yabancı olurdu. Ama Storytel sayesinde inanılmaz kaliteli Türk yazarlarla tanıştım. Alper Canıgüz, Saygın Ersin, Hakan Günday ilk aklıma gelen muhteşem yazarlar. Bu listeye Sezgin Kaymaz’ı da ekledim. Ve şimdi biliyorum ki biz “yazabiliyoruz”, bu işi layıkıyla yapabiliyoruz. Ön yargılarımızı bir kenara bırakıp şans vermek ve yeni deneyimlere açık olmak gerekiyor sadece.

27 Beğeni

Sayenizde güzel Türkçe yazan yazarlarla tanışıyorum, incelemelerinizi keyifle okuyorum. Burhan Sönmez, Alper Canıgüz gibi isimlerle de sizle tanıştım.

3 Beğeni

image
Fred Hoyle - Kara Bulut
Puanım: 8/10

Kitabın Konusu: Dünyaya astronomik boyutlarda bir bulut yaklaşır ve bilim adamları bunu fark eder. Devamında bilim insanlarının bakış açısından insanlık bulutun gelişine hazırlanır ve bulutun etkileri gözlenir, bulut anlaşılmaya çalışılır.

Kitabın Felsefi Alt Metni: Metni doğrudan yazarsam sürpriz bozan olacağı için nasıl aktarıldığı hakkındaki yorumlarımı belirteceğim. Anlaşılır; alt metin okuyucudan gizlenmemiş doğrudan diyaloglar ve içsel düşünceler yoluyla okuyucuya aktarılıyor ama Strugatski kitaplarındaki gibi etkileyici, vurucu şekilde değil. Ayrıca bir iki güzel sorgulama yakalasam da felsefi ağırlığı için tavsiye edeceğim bir kitap değil.

Kitabın Dili: Yalın, süssüz ve açıklayıcı ama ruhsuz değil. Yazar fazlaca bilimsel terim kullansa da bunları metnin içinde oldukça anlaşılır şekilde açıklıyor, bilimsel dil hikayeden kopuşlara neden olmuyor.

Kitap Hakkındaki Genel Yorumlarım:

  • Kitap Bilimkurgu türünün Bilim tarafında, kurgu yönü eksik olmasa da zayıf. Daha iyi bir kurgu kitabı çok daha iyi bir eser haline getirebilirdi.
  • Yazar duyguları iyi yansıtamıyor: Yazar insanlığın kaderini büyük şekilde etkileyen bir olayı karakterler üzerinden aktarsa da durumu saf bilimsel açıdan ele alması okuyucunun olayın vehametini tam olarak algılamasını engelliyor.

Kitabın Sonu Hakkındaki Yorumlarım:
Giriş ve gelişme bölümünde yarattığı büyük beklentiyi karşılamadı. Yazar her sona doğru bilim kısmından uzaklaşıp kurgu kısmını ön plana çıkarmaya çalışmış ama tam becerememiş gibi hissettirdi. Sonun da soru cümlesiyle bitmesi bu bitirememişlik hissini pekiştirdi.

Kitabı @SJack in bu tavsiyesiyle okudum, beklentilerim felsefi yönde yoğunlaştığı için aradığımı pek bulamadım ama bilimsel yönünü (ilk 200 sayfa) oldukça keyif verici ve şaşırtıcı derecede akıcıydı; bu açıdan ummadığımı buldum.

Büyük beklentilere girmeyecekler ve bilimkurgu severler için kesinlikle tavsiye ederim.

14 Beğeni

Ben daha çok biliminsanlarının bilgiye olan açlığı nedeniyle ölümü bile göze almalarına hayran kalmıştım. Bu yüzden de benim için etkili bir final yapmıştı kitap.

Kesinlikle felsefi yönü çok yok. Bilimsel verileri iyi işleyip kurgusal yönünü de bu finaliyle gidermeye çalışmış ve benim için de gayet iyi becermiş bunu. :slight_smile:

3 Beğeni

Orada " Şansımızı kullanmazsak zaten devlet kafamıza çökecek." diye düşünüyorlardı. Ayrıca Bulut’un halihazırdaki “tanrısal” gelişmişliği sebebiyle ölümlerini kesin olarak görmüyorlardı. Zaten hepi topu ikisi bu riski aldı.

Eh okurken sırıtmıyor ama biraz düşününce sonunun oldubittiye getirildiği görülebiliyor.
+Hayırdır Bulut kardeş daha yeni gelip dünya nüfusunun yarısının yok oluşuna sebep oldun,neden erkenden ayrılıyorsun?
-Ben kendimi çok gelişmiş zannediyordum ama seninle konuştuktan sonra evrenin ardında yatan hakikate ulaşacak yolu keşfettim bilim adamı kardeş. Yolcu yolunda gerek.
+Dur daha senden öğreneceklerimiz var.
-Aklınız yetmez alın şu eğitim videosunu izleyin sonra gelin.
+(İzledi ve öldü.)

Biraz daha diğer insanların ruh hallerine, dünyadaki panik havasına odaklanılsaydı daha iyi olabilirdi. Bu haliyle kitabı okumak ilginç bir olay hakkındaki raporu okumak gibi bir şey. Her şeyi çok iyi açıklıyor ama hiçbir şeyi hissettirmiyor.

2 Beğeni

Herkese hitap etmeyecektir elbette ama frekansların uyuşması durumunda harika dünyalar sunuyor bu yazarlar. Umarım sizler de benim kadar keyif alırsınız. :slight_smile:

4 Beğeni