Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

WORDS ON THE MOVE

İngilizce üzerinden güncel örneklerle hareket ederek kelimelerin neden değiştiğini, nasıl değiştiğini ve bu değişimlere nasıl yaklaşmamız gerektiğini anlatan bir dilbilim kitabı. Yer yer dilbilim terimleri kullansa da herkesin okuyabileceği düzeyde yazılmış. Konu başlıklarından bahsetmek gerekirse:

Edimbilim: anlamsız ama işlevli kelimeler, emotikonlar

Anlam değişimleri: Shakespeare İngilizcesi, contronimler

Gramer kelimeleri: can, must, used to gibi yapıların kökeni

İngilizce Büyük Ünlü Kayması: kelimelerin yazım ve telaffuzlarındaki farkların sebebi

Kelime türemeleri: bileşik kelimeler, kısaltmalar, vurgular

8 Beğeni

Savaşın İnsan Hallerinin Sorgulandığı Üçleme: Büyük Defter- Kanıt- Üçüncü Yalan, Agota Kristof

Son zamanlarda Twitter’ın edebiyat tayfasının dilinden ve elinden düşürmediği, birden bire göklere çıkan bir kitap hakkında düşüncelerimi paylaşacağım. Kitap geçen sene forumdan bir arkadaşımın yorumunu okuduktan sonra ilk kez dikkatimi çekmişti ve aklımın bir köşesine yerleşmişti.

İşte bu aralar ardı ardına gelen paylaşımların bombardımanına uğradıktan sonra merakımı daha da cezbeden bu eser, Macar yazar Agota Kristof’un kaleme aldığı bir üçleme: ‘’Büyük Defter- Kanıt- Üçüncü Yalan’’

Merakımın çıtası öyle inanılmaz boyutlara ulaştı ki kitabı eve geldiği gün incelemeye doyamadım. Halihazırda okuduğum bir kitap vardı ve o biter bitmez bu romana doğru hızlı bir uçuş gerçekleştirdim. Tahmin edersiniz ki kitaptan beklentim oldukça fazlaydı. Ve kendisi mükemmel bir şekilde beklentimi karşıladı. Okuduğum ‘’en iyi savaş karşıtları eserleri’’ arasında listenin başlarında yerini aldı bile. Yalnız kitap tamamlanmamış gibi his bıraktı içimde. Önümüzdeki yıllarda, unutmaya da fırsat vermeden okumayı planlıyorum.

Zamanı ve mekânı belli olmayan sadece bazı karakterlerin arasında kaybolduğumuz bir roman bu. Savaşın sert yüzünü çarpıcı bir anlatımla yansıtan yazarın üslubu o kadar akıcı ki diyalogların yüzeyselliği insanı şaşırtıyor bir yandan. Savaşın görünmeyen tarafında geride kalanların hayatına odaklanan bir konu var elimizde ve bu tür kitapları okumak okur açısından zordur… Fakat burada kasvet, ağırlığını yoğun ölçüde koymasına rağmen sular seller gibi okutuyor kendini.

Bilmediğim zamanda ve yerde yaşanan bir savaşı okumak gerçekten tuhaftı. Aslında teması savaş değil; savaşın birey ve toplum üzerinde ki yıkıcı etkileri. Özellikle bireylerin bakışıyla her bakımdan sorunlu hayatları okumak, daha doğrusu okurken yaşamak diyelim, çıkmaza sürüklüyor insanı.

Claus ve Lucas kardeşlerin yaşadıkları şeyler gerçek mi hayal mi soruları arasında bocalayarak okuduğum bir roman, bir üçleme. Üç kitabın bir arada basılması nokta atışı olmuş. Üçü de sayfa sayıları bakımından dolgun değiller, içerikleri ise epey vurucu. Ne ararsanız var bu yıkımın içinde: Yozlaşmış toplumun savaşla birlikte iyice dibe batışı ve ne tarafa dönseniz, nereye baksanız, sorunlu, irrite edici, iğrenç ilişkiler silsilesine maruz kalıyorsunuz. Böyle bir toplumda çocuğun çocuk gibi davranabilmesi, daha doğrusu insan gibi yaşamayla mücadele edebilmesi mümkün müdür? Romanın okunabilirliği kolay olmasına kolay ama her sayfasında insanı düşünmeye ve sorgulamaya itmesi ayrı bir olay. Ancak çok başarılı bir kurgunun olayı olabilir bu durum. Üçlemede kaybolurken hikâyenin ve anlatıcıların sürekli değişime uğraması bir an önce sona ulaşma hevesi yaratıyor, bittiğinde de algılarım altüst oldu. Sonu bile son gibi değil. Öyle bir roman…

“İnsan düşünmeye başlayınca hayat sevilmeyecek bir şey oluyor.” /s. 273

İlk kez Macar edebiyatından bir şey okudum, hem de kadın bir yazardan… Benim açımdan çok anlamlı bir okuma yolculuğuydu. Agota’nın olağanüstü tarzda yazılmış ve her yerinden özgünlük akan eserine iyi ki şans vermişim… Unutulmaz ve inanılmaz bir edebiyat varlığıdır böyle eserler. Eseri bu kadar sevmemde çevirinin payı yadsınamaz tabii. Ayşe İnce Kurşunlu’nun emeğine sağlık… Yalnız kitabı araştırırken bazı satırlara sansür uygulandığını öğrendim. Bu atlamalar kitabın güzelliğini eksiltmemiş fakat yazara ve eserine yapılmaması gereken bir eylem doğrusu. Gerçekle kurmacanın iç içe geçtiği bir romanda bile hoşlarına gitmeyen olayları nasıl da ortadan kaldırtıyor yetkinin hiç lâyık olmadığı insancıklar?

Roman, 2013 yılında Macar yönetmen János Szász tarafından sinema filmi olarak uyarlanmış ve Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde büyük ödülü kazanmış. Defter’i (A nagy Füzet) yakın zamanda izlemeyi planlıyorum, umarım kitabı büyük ölçüde yansıtmıştır. Savaşı değil de savaşın insan hallerini okumak isteyen herkese bu üçlemeyi şiddetle tavsiye ederim.

Puanım: 10/10

İncelememi yayımladığım platform: Wannart

16 Beğeni

Son Erkek(Tüm Seri)

Fables kadar sevdiğim bir seri olmasa da genel olarak sevdiğim bir seri oldu. Kitap tüm erkeklerin öldüğü bir evrende geçiyor. Yazar burada zekice bir şey yapıp Erkeklerin olmadığı bir evrende super modelin ne işe yaradığı gibi sorular soruyor. Ama asla cevap vermiyor bu sorulara :rofl:

Seride beni şaşkına çeviren bazı şeyler var. Bunlardan biri İsrail. Genel de kitaplarda İsrail hep güzel ve mazlum olarak anlatılır. Bunun sevebi tabiki de soykırım yüzünden. Bu kitapta ise israil’in ırkçı oluşuna bol bol değiniliyor. Bu hiç beklemediğim bir şeydi.

Kitabın ana karakteri Yorick tam mizah adamı. Seri ilerledikçe onun da gelişimine tanık oluyoruz. İşte burası benim için biraz hayal kırıklığı oldu. Bu kısım hakkında daha fazla şey beklemiştim. Şahsen ben masallar serisindeki bakanlık binasının değişimini daha fazla seviyorum. Hayal kırıklığı olan bir başka nokta ise cinskırımın nedeni ve serinin finali. Ne yazı ki serinin finali çok basit ve mutsuz bir şekilde bitiyor. Sonu beni pek tatmin etmedi. Bunun dışında Yorick’in maceralarını okumak büyük keyifti.

Darkness(1. Cilt)

Darkness serisi ile çoğu kişi gibi ben de oyun ile tanıştım. En son 2. oyunu 2 ay önce tekrar oynayıp yine hayran oldunca sonra. Çizgi romanlarını araştırmaya başladım. Türkiye de gönülü bir site sadece 1. cildi içeren öyküleri çevirip paylaşmış. Ne yazık ki devamı yok.

Ben darkness öykülerine bayıldım. Karanlık bir güç tarafından ele geçirilen jack karkterinin hikayelerini anlatan çizgi roman onun ışık ile olan savaşını anlatıyor. Devamının gelmeyecek olması üzücü. Jack bir anti-hero ve bence roman bunu güzel anlatmış. Jack’in yanındaki bücürükleri de okumak çok keyifliydi. Keşke devamı gelse ama şimdilik böyle bir ışık görülmüyor.

14 Beğeni

BLACKWING (RAVEN’S MARK #1)

TÜR: Grimdark, high fantasy

KONUSU

Doğu İmparatorluğu ile olan savaş 80 sene önce sona erdi. İki ölümsüz büyücü ve Nall’ın Makinesi denilen devasa silah sayesinde insanlar, İmparatorluk’un canavarlarla dolu ordusundan korkmadan yaşayabiliyor.
Galharrow, bu büyücülerden birinin hizmetkarı, aynı zamanda bir engizitör ve kelle avcısı. Bir gün peşine düştüğü bir vatan haini, Nall’ın Makinesi’nin artık çalışmadığını, canavarlara karşı korunmasız olduklarını ve Prenslerin bu sırrı herkesten sakladığını iddia eder. Galharrow’un bu sözleri ciddiye almasının tek nedeni ise hainin dahiyane büyücü ve aynı zamanda çocukluk aşkı Ezabeth Tanza olmasıdır.

DÜŞÜNCELERİM

Öncelikle gayet akıcı bir kitaptı. Birinci kişi ağzından anlatıldığı ve karakter sayısı kısıtlı olduğu için odaklanmış bir hikayesi vardı. Hatta sadece ilk kitabı okuyup bırakabilirsiniz, tabi ben devam edeceğim.

Dünyası bana birçok farklı eseri hatırlattı. Attack on Titan gibi duvarların arkasında yaşayan bir insanlık var. Ana karakterimiz, Warhammer 40K dünyasındaki bir engizitör gibi canavarları, sempatizanlarını ve asileri avlıyor. Roadside Picnic gibi garipliklerle oldu ve kimsenin girmek istemediği büyük bir bölge var.

Karakter işi kitabın uzunluğunu düşünürsek iyiydi. İki ana karakteri ve İsimsiz denilen ölümsüz büyücüleri beğendim. Özellikle de Galharrow ve efendisinin ilginç bir dinamiği vardı. Diğer yan karakterler ise biraz tipleme niteliğindeydi.

Sonuç olarak grimdark sevenlere, gizem sevenlere önerebilirim.

17 Beğeni

Hocam bu kısmı izninizle Black Stone Heart incelemem için ödünç alabilirim ileriki günlerde. Kitaplar farklı ama tam da böyle bir yorumu hakediyor benim okuduğum kitap da.

İncelemeniz için teşekkürler. Bu kitabı da ekleyeyim listeme.

4 Beğeni

Orta Dünya’da Bir Dönemin Kırılma Noktası: Númenor’un Düşüşü- J. R. R. Tolkien

Dilimize çevrilmesi hayaldi ama gerçek oldu. Amazon’un Güç Yüzükleri dizisinin bu kitabın ortaya çıkmasında ve sonunda bizlerle buluşmasında payı oldukça büyük. İkinci Çağ’ı ve Númenor’u dizinin konularına işleyerek evrene uygunluğu hâlâ tartışılan bir yapımla mahvettiler biz Tolkien severleri… Dizi ne kadar bir hayal kırıklığı ve sinir krizi nedeni olsa da Númenor’un Düşüşü’nün doğmasında yararı oldu. Tek faydası da bu zaten. Dizi felaket olmasına rağmen Tolkien evrenine ilgi arttıkça bu tür kitapların yayımlanması devam edecek gibi duruyor.

Eğer bu evrenle ilgili bildiklerinizi, unuttuklarınızı veya gözden kaçan detayları tekrar ele almak istiyorsanız Númenor’un Düşüşü ile mükemmel bir okuma yolculuğu sizleri bekliyor olacak.

‘‘Edain’in yerleşmesi için, dört bir yanı göz alabildiğine uzanıp giden bir denizle çevrili olduğundan ne Orta Dünya’nın ne de Valinor’un bir parçası sayılacak bir diyar yaratıldı; yine de daha ziyade Valinor’a yakındı burası.’’ /s. 49

‘‘Gri Elf lisanında Dunedain diye anılacak olan halkın başlangıcı böyle olmuştu işte: İnsanlara Krallık edecek Numenorlular. Gel gör ki kendilerine bahşedilmiş olan bu ayrıcalıklar onları Iluvatar’ın tüm İnsanoğlu üzerine yerleştirdiği ölüm yazgısından muaf kılmayacaktı ve normalden daha uzun bir yaşam sürseler ve üzerlerine gölge düşene değin hastalık nedir bilmeseler de sonuçta ölümlüydüler.’’/s. 50

Númenor’un Düşüşü’nü roman olarak değerlendiremeyiz; Orta Dünya’nın en önemli konularından ikisini barındıran bir tarih eseri. İkinci Çağ ve Númenor ile ilgili ne varsa kronolojik örgüyle hazırlanan, akıcı, kolay okunabilir bir derleme bu. Brian Sibley özenle ve dikkatle bir araya getirmiş tüm bunları. Kendisi yeni bir şey yaratmadığını da ekliyor ve sadece üç bin küsur senelik dev bir tarihi tek bir eserde toplayarak hepimize kolaylık sağlamak istemiş. J. R. R. Tolkien ve oğlu Christopher Tolkien’den birçok kesit ve pasajlar var. Özellikle Tolkien’in yayıncılarına yolladığı mektuplar en hoşuma giden bölümlerdi. Gerçekte onlar olmasaydı bu kitap da olmazdı.

Christopher Tolkien’in editörlüğünü üstlendiği kitaplardan daha düzenli bir tonda olduğu da bir gerçek. Kolay okunabilirliği de bu yüzden. Christopher Tolkien’in hazırladığı kitaplarda kurgunun içine sürekli akışı bozan pasajlar ve eklemeler dahil olduğundan dolayı keyif veren bir okumadan ziyade öğretici yanı daha fazlaydı. Númenor’un Düşüşü kitabında de ise olayların sıralamasına dikkat edilmiş ve kitabın sonunda elli sayfalık bir ‘’notlar’’ bölümüne yer verilmiş. Daha çok detaya boğulmak için ara sıra baktığım bir bölümdü Notlar.

Peki Orta Dünya’nın kapısından girenler ve hiç çıkmak istemeyenler için bu kitap ne zaman okunmalı?

1- Hobbit
2- Yüzüklerin Efendisi, Yüzük Kardeşliği
3- Yüzüklerin Efendisi, İki Kule
4- Yüzüklerin Efendisi, Kralın Dönüşü
5- Silmarillion
6- Bitmemiş Öyküler
7- Húrin’in Çocukları
8- Beren İle Lúthien
9- Gondolin’in Düşüşü
10- Númenor’un Düşüşü

Bana ve çoğu okura göre okuma sıralaması böyle daha uygun. Ama herkesin kişisel tercihi ve yolculuğu farklı olabiliyor. Yalnız Silmarillion ve Bitmemiş Öyküler kitapları evreni seven çoğu insan için bile göze korkutucu gelebilir. Aslında korkmadan ve severek okumak mümkün. Silmarillion için bir rehber önerisi de bırakayım şuraya. Bana çok faydası olmuştu. Ayrıca Silmarillion incelememe de bakabilirsiniz.

Númenor’un Düşüşü’nü anlamak istiyorsanız bu adımları tamamlamak şart gibi duruyor. Brian Sibley, evrenin bazı kitaplarını topluyor, süzgeçten geçirip eliyor; Númenor’un Düşüşü’nü yayımlıyor ve sonuç olarak tek başına bu eseri okumak da bir anlam ifade etmiyor.

Númenor özelinde yeni bir tarihçe sunan bu eserin babaları ise yukarıda bahsettiklerim arasında bulunan Silmarillion, Bitmemiş Öyküler ve Christopher Tolkien’in on iki ciltlik Orta Dünya Tarihi’dir. Maalesef Orta Dünya Tarihi dilimize çevrilmemiştir. İthaki Yayınları’nın son dakika bilgisindeyse basımı planlanan başka bir kitap sözkonusu: The Nature of Middle-earth

Orta Dünya ile ilgili hiç görmediğimiz en yeni bilgiler içeren kitap buymuş. Gerçekten çok merak ediyorum. Umarım yakında güzel haberini de alırız. The Nature of Middle-earth ilgili şöyle güzel bir bilgilendirme yazısına denk geldim. Detaylar için bakabilirsiniz.

Númenor’un Düşüşü’nün en sevdiğim yanı Sauron’la ilgili kısımlardı. Olaylar diğer kitaplardan dolayı karman çorman bir halde olmadığı için Sauron’un planlarını ve hedeflerini daha net görmemi sağladı. Morgoth yenilgiye uğramadan önce Elflere düşman olan Sauron, Valar’ın İnsanlara hediye ettiği Númenor’u yeni düşmanı olarak hedef tahtasına alıyor. İnsanların zaaflarını ve tutkularını iyi bilen Sauron emellerinin çoğunu gerçekleştiriyor maalesef. Númenor’un yok oluşunun hazin sonu ise insanlığa hiç bitmeyen hırsının bir dersi niteliğinde… Aragorn’un soyuna tanık olmak, onların da bir zamanlar Númenor’da yaşadıklarını bilmek çok değişikti. Elendil ve İsildur bölümlerini de severek okudum bu nedenle.

Tolkien öyle bir evren yaratmış ki okuduğum tarihçeyi sanki kendi insanlığımızın bir parçasıymış gibi görüyorum. Fantastik bir dünyanın her detayı düşünülerek yaratılmasından ve hâlâ var olmasından gerçekmiş gibi algılanılması normal aslında. Hayatının büyük çoğunluğunu bu evrene adayan Tolkien’in kalemine ve emeğine sağlık.

Númenor’un Düşüşü bittikten sonra boşluğa düştüm ve bir doz Yüzüklerin Efendisi (Tek cilt) iyi gelir dedim, şu an enfes bir yolculuktayım. Galiba hiç bıkmadan, usanmadan ve yılmadan Orta Dünya’nın takipçisi olmaya devam edeceğim. Alan Lee’nin illüstrasyonları ve Kemal Baran Özbek’in mükemmel çevirisiyle unutulmaz bir Tolkien kitabıydı. Güç Yüzükleri’nin senaristi Brian Sibley olsa elimizde hazır bir kitap da var ve daha iyi bir uyarlama yapılabilirmiş. Çıkamıyorum diziden, affedin.

‘‘Andor, namıdiğer Bahşedilmiş Diyar, vaktiyle Kralların hükmüne bırakılmış olan Nùmenor, Earendil’in Yıldızı’nın sevgili Elenna’sı ise topyekûn mahva uğratıldı. Çünkü okyanusun göbeğinde açılan büyük yarığın doğu yakasına çok uzak sayılmayacak bir konumda bulunuyordu ve âdeta kökünden sökülmüşçesine tepetaklak olan koca ada dipsiz abislere yuvarlanarak dünyanın çehresinden silindi. Böylelikle Dünya üzerinde kötülüğün elinin değmediği bir zamanın anısı muhafaza eden tek bir toprak parçası kalmamış oldu.’’ /s. 273

PUANIM: 10/10

Númenor’un Düşüşü muhabbetine doyamadım, daha üst seviye bir ortam istiyorum derseniz şu yayına doğru hızlı bir uçuş gerçekleştirebilirsiniz:

ORTA DÜNYA KONSEYİ: Numenor’un Düşüşü Özel

İncelememi Yayımladığım Platform: Wannart

31 Beğeni

Güzel bir inceleme olmuş. Elinize sağlık. Özellikle okuma sırasını vermeniz bir rehber niteliğinde. Bir gün bu seriyi tekrar okumak istiyorum, sırasıyla…

2 Beğeni

Çok teşekkür ederim. Dün @MelihAntepli sağ olsun, okuma sırasıyla ilgili konu açmıştı: J.R.R. Tolkien - Yüzüklerin Efendisi Evreni Okuma Sırası

Ben de eklemek istedim incelememe :slight_smile: O sıraya uygun okumuştum, iyi de olmuştu böyle.

2 Beğeni

@sultiderler

Tolkien külliyatını bitirdin galiba. Sırada ne var? Zaman Çarkı taraflarına uğramaz mısın? Eminim ki Beyaz Kule’de seni kucaklayacak çok Aes Sedai vardır. :slightly_smiling_face: Çünkü işleri yapacak bolca çırak lazım. :joy: :sweat_smile: Şakası bir yana başlamanı dört gözle bekliyorum. Numenor’a yaptığın gibi güzel incelemeler hazırlarsın bizler de keyif alarak okuruz.

4 Beğeni

Teşekkür ederim :blush: Umarım okuyabilirim, inceleme de yazarım o zaman.
Dil olsaydı hepsi biterdi ama şu an için çoğu bitti diyebiliriz :face_holding_back_tears: Zaman Çarkı’na bu gidişle hiç başlayamayacağım galiba, fiyatlar malum :melting_face: Belli olmaz tabii, büyük bir indirim falan olursa alabilirim inşallah :sweat_smile:

3 Beğeni

Black Stone Heart - Michael R. Fletcher

Obsidian Path 1

Belki de hiç karşılaşmadığınız kadar şerefsiz (gerçekten şeref yoksunu) bir baş karakter, ona korkunç seçimlerini sorgulatan ve bir yere kadar durduran bir kadın, o korkunç seçimleri daha da ileri götürmesini sağlayan ve hatta bu yönde onu manipüle eden başka bir kadın ve bolca -bolca!- kan, gore ve bilimum iç kaldırıcı seçimlerle dolu bir kitap ilginizi çeker mi?

Uzun yıllar boyunca içgüdüsel bir açlıktan başka bir şey hissedemeyen ve çevresinde canlı ne varsa onlarla beslenen K. sonunda basit bir bilince kavuştuğunda kim olduğuna ve içinde bulunduğu duruma nasıl geldiğine dair hiç bir şey hatırlayamadığını farkeder. Parçalanmış hafızasına kavuşmak için çıkacağı yolculuk onu eski düşmanlar ve onlardan daha da tehlikeli eski dostlarla karşılaştırır. Geri alacağı her parça için kendisiyle savaşmalı ve bunu insanlığını kaybetmeden yapmalıdır…

Hikayemiz sade, bazı eski oyuncular için tanıdık temaları barındıran ve pek kafa yormayan türde. Kitap boyunca olacak olayları kestirmek zor değil, ama baş karakter (kahraman demeye dilim varmıyor, isminden dolayı kısaca K. diyelim) hafızasına kavuştukça ortaya çıkan vicdan muhasebelerini okumak ve bencilliğin hangi kisvelerin altına saklanabildiğini gözlemlemek asıl okuma motivasyonu sayılabilir.

Kısa sayılabilecek bir kitap ve kendini okutuyor. Hikaye ilerlerken biz her “tamam burada duracak, daha fazlasını yapmaz artık” dediğimizde K. yaptığını kendi içinde haklı çıkararak daha da beterini yapmaya devam ediyor. Oldukça kasvetli bir eser ve sizi de yavaş yavaş karanlığına çekmeyi başarıyor. Bir yerden sonra K.'ye hak vermeseniz de seçimlerini mantıklı bulabiliyorsunuz.

Yaratılan dünyaya dair pek bilgi verilmiyor bu kitapta, keza büyü sistemine dair de. Çok fazla karakter barındırmayan kitap karakterimizin ağzından yazılmış ve anlatım yeterince akıcı, dili de ağır değil. Takıldığım bir nokta karakterin olan bitene fazlaca çabuk uyum sağlayabilmesi. Her ne kadar geçmişinden kaynaklansa da ahlaki ikilemlerinin içini biraz boşalttı benim gözümde. Diğer nokta ise kitabın sonlarına doğru iç mücadelenin tekrara düşme hissiyatı vermesi.

Tanıtım yazısında da belirttiğim üzere herkese hitap eden bir seri değil ama fantastik severlerin en azından şans vermesi gerektiğini düşünüyorum. Dilimize çevrilmesine çok da ihtimal veremiyorum, sadece kan ve goredan dolayı değil ama ahlaki ikilemlerin çokluğu ve ciddiyeti yüzünden genç arkadaşlara tavsiye edilecek bir kitap değil.

Son çeyreğin biraz durağan olmasından dolayı 7.5/10 veriyorum ama kesinlikle devamını da okuyacağım ve yazarın da daha iyiye gideceğini düşünüyorum. Henüz olayların sadece yüzeyini kazıdık ve ufukta verilecek devasa bir savaş var.

@isos81 Normalde kararsız kalmam ama bu seri senin zevkine hitap eder mi bilemedim, bana hitap edip etmediğine bile karar veremedim ilginç bir şekilde. Sırf şu ikilem için bile bi şans verilebilir. :sweat_smile:

26 Beğeni

Ne çabuk bitirdin yav, bayağı beğendin demek ki 7.5 az. :joy:

2 Beğeni

Cidden garip bir kitap ya. Sen de bir dene istersen, tarif etmeyi de beceremiyorum ki. :sweat_smile:

2 Beğeni

İncelemenden yeterli bir fikir edindim hocam: sade bir hikâye, akıcı dil, bolca kan, hırbo bir baş karakter => Win. :heart:

Sen serinin devam kitaplarını okuduktan sonra fikrin hâlâ değişmemişse ben de okurum.

5 Beğeni

Ağzına sağlık, biraz daha uçlarda olması dışında böyle.

:+1:

1 Beğeni

Ben de @Abraxas ile aynı düşünüyorum. Zayıf kurgu beni soğutuyor. O yüzden sonraki kitaplarda iyiye gidiyorsa şans veririm. Ya da şu büyü sistemi daha iyi olan seriye bakarım. Büyü benim zayıf noktam. :drooling_face:

2 Beğeni

Gazap Üzümleri - John Steinbeck

Gazap Üzümleri’ni tanımlamak için destansı bir roman demek istiyorum. Kendimi Steinbeck’in insanı, toplumu ve ekonomiyi ele alış şekline çok yakın hissediyorum onun için de kitaplarını okumak çok keyifli oluyor.

Yazarın bu destansı eserinde, 1929 yılında başlayan ABD Büyük Buhranı’nın aileler üzerindeki yıkıcı etkisini görüyoruz. Akademik bir cümle gibi söylediğimizde ne kadar sorunsuz görünse de aslında var olan şey gücü elinde bulunduran sınıfın diğer toplumsal sınıfları daha da alta doğru itmesi ve mallarına el koyması ve nihayetinde yok olmalarına sebep olması.

Kendi arazilerinde tarım yaparak geçinen bir ailenin topraklarına ve evlerine bankalar tarafından el konulması sonrasındaysa yapılan manipülasyonların ve reklamların etkisiyle göç ettirilip mevsimlik tarım işçilerine dönüştürülmesini ve bu sırada ailenin parçalanarak yok olmasını okuyoruz.

Bu kitap köy dramları anlatan bir eser değil, aksine kapitalizmin insanları nasıl yok ettiğinin destansı bir anlatısı.

Nasıl ki bizim ülkemizde 3 tane indirim marketi varsa ve nasıl oluyorsa 3’ünde de tüm benzer ürünlerin fiyatı kuruşuna kadar aynı olmasına ve yine aynı şekilde sadece İzmir’de benim bildiğim 4 kapalı otoparkta yüzlerce sıfır plakasız araba stoklanmış durumda olmasına rağmen (neredeyse her ilde olan bir durum) halen “serbest piyasa ve rekabet olacak, rakipler satış yapmak için fiyat kıracaklar ve insanlar daha uyguna daha kaliteli mal alabilecek” anlatıları anlatılıp biraz konuştuğunda olay “beğenmiyorsa alma” yada “başka yerden al” 'a (sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi?) dönüyorsa bu kitapta da insanların kendi tarlasında çalıştıracağı işçilere vereceği saatlik yevmiyi bile kendileri belirleyemez hale gelmesini okuyoruz.

Yine en büyük kapitalizm ayetlerinden birisi olan “üretim artarsa ürünün fiyat düşer” tezinin eğer pazar mekanizmaları bir kartelin elindeyse fiyatı düşürmek yerine üretilen meyve/sebzeyi yakmayı yok etmeyi tercih edeceklerini yine görüyoruz.

Devletin şiddet tekelini elinde bulunduran güç olarak kartellerin yanında hizalanması elbette olmazsa olmazımız.

Kitabın sonu o kadar görkemli ki heyecanını kaçırmamak için değinmek istemiyorum. Umarım okursunuz.

Bu kitabın her sayfasında yaşadığımız ülkeyle ilgili bir şeyler buldum, Amerikalı çiftçi ailenin savruluşu aslında hayatı boyunca çalışsa da bir ev alamayacak olan, B sınıf sıfır bir otomobil almak için bile 10 yıl hiç harcama yapmadan para biriktirmek zorunda olan Türklerden farksız.
İnsanlar farklı zamanlarda farklı coğrafyalarda da olsa benzer hayatları yaşıyorlar, çünkü mekanizmalar hep aynı.

5 / 5

31 Beğeni

Yani diyorsunuz ki bizlerde aynı yollardan geçeceğiz. O zaman o devri yaşayanların deneyimlerinden yararlanmak gerekmez mi? Yapmamız gereken tam olarak da bu değil mi?

1 Beğeni

Cevad Karahasan, Boşnak yazar, bu kitabı 2015 yılında yazmış, kendileri geçen 19 Mayıs’ta vefat etti. Kitabın çevirisi Almanca’dan yapılmış.

Kitap 3 bölümden oluşuyor. İlk bölümü yalandan bir polisiye . Metnin yaklaşık 1/4ünü oluşturan bu kısım hiç olmasa da kitap hiçbir şey kaybetmezmiş. Bu uzun uzadıya polisiye kasıntısının meramı da Hayyam ın eşiyle tanışması, bi iki de asayiş memurunun tanıtımı. 140 sayfa değil de 14 sayfa da olabilirdi.

Asıl ve en geniş kısım 2. bölüm. Sultan Melikşah ve zamanı. Nizam-ul Mülk, Ömer Hayyam, Hasan Sabbah. Türk okuruna tanıdık gelecektir. Bundan 15 sene evvel ben lisedeyken Vladimir Bartol’un Alamut’unu bilmeyen yoktu, ki öyle ilim irfan yuvası falan değil tenefüslerinde uzun eşek, birdirbir oynanan, tavanına ayakkabı basılan bir yurdum okuluydu. Bu noktada, tam şu anda o kitabın yazarının da bir Yugoslav olduğu aklıma geldi. Bu romanda olaylara Ömer Hayyam odaklı bakıyoruz ama tam da bakamıyoruz sanki, Ömer Hayyam başrolde zayıf kalmış, yeterince dolgun değil. O değil de herhangi biri olsa da aynı etkiyi yapardı. Karmati kumandanına yönelik işkence sahnesinden feci şekilde Drina Köprüsü vaybı aldım ki bir başka Yugoslav’ın eseri o da. Melikşah konusu… Kendi devrinin yerli ve yabancı kaynaklarının ekseriyetinde iyi insan/iyi hükümdar olarak değerlendirilen bir hükümdara Boşnak ve Müslüman bir yazarın negatif yaklaşımı ve çizdiği olumsuz portreyi tuhaf karşıladım.

Üçüncü bölüm de ilk bölüm kadar kasıntı. Aradan 40 yıl geçmiş Ömer kocamış hasbelkader tanıştığı bir Boşnak delikanlısı ile yarenlik yapıyor. Yersiz flashbackler var. Bu bölümün son kısmında bir de hikayenin hikayesi bölümü var. O da doyurucu gelmedi.

Dönem dili yakalanamamış (çeviri etkisi?) Ömer Hayyam’a krem ve losyon tavsiye edilen bi dialog var mesela.
Anakronizm diz boyu. Ki tarihi kurguda kesinlikle olmaması gereken bir şey. 600 sayfa kitap yazıyorsun ama Nizam ül Mülk e çay çekirdek yaptıtıyorsun. E yani, olmaz.

6/10.

14 Beğeni

Japon Klasikleri 28- Çiçeğin Ruhu: Noh Tiyatrosunun Klasik Öğretileri, Zeami

Sanırım Japon klasikleri dizisinin en sevmediğim kitabı, bazı beğenmediklerimi de sollayarak zirveye ulaşan Çiçeğin Ruhu oldu. Noh tiyatrosunun klasik öğretilerinin ustası Zeami, Noh oyuncuları için bir el kitabı kaleme almış. Ve önemi çok büyük bir eser bu:

Kitabın tanıtım bülteninde yer alan şu alıntı gözüme müthiş geldi doğrusu. Dizinin her kitabını okuduğum için de güzel midir kötü müdür diye düşünmedim ve bu soruların üstünde de durmadım. Sonra da okumaya başladım. Herkesin bilmemesi gereken gizli bir kitabı okumanın fikri beni çok heyecanlandırmıştı fakat oldukça sıkıcı bir yolculuk oldu.

Bazen inceleme metinleri okumak beni yoruyor. Özellikle de akışı bozan birçok etken anlatıma eşlik ediyorsa… Edebi yanı ağır basabilseydi bu yorumlarda bulunmazdım zaten. Tanizaki’nin Gölgeye Övgü’sü de bir inceleme kitabıydı ama keyifle okumuştum onu.

Gerçekten sadece ilgilisine önerebileceğim bir kitap. Noh oyunculuğunu merak eden, araştıran, seven arkadaşların Çiçeğin Ruhu’na bayılacaklarına eminim.

Zeami’nin ‘’Çiçek’’ kavramıyla ilgili açıklamalarını çok değişik buldum. Noh oyunculuğunun sırrı ‘’Çiçek’’te olduğundan dolayı bu kavramı iyi anlamak gerekiyor. Noh tiyatrosunun öğretileri, Zen Budizminin ve Samuraylığın ilkeleri gibi birçok prensibi bir arada barındırıyor. Bir sanat dalı olmasına rağmen katılımcının ve sanatçının şartlarını zorlaması takdire şayan. Japonların sanatları bile kurallara ve disipline dayalı bir sistemden oluşuyor. 14. yüzyıldan günümüze kadar devam edebilmeyi başarması da bu el kitabına ve ‘’Çiçek’’le olan derin bağa işarettir kim bilir. ‘’Çiçek’’i içselleştirmek adına nitelikli bir çalışma kitabı olmuş doğrusu.

Zeami’nin sanatla başlayan ve son bulan hayatı bu kitabı yazmasının nedenini açıklıyor. Yaşamı boyunca ilgi alanı bu ve bunun gibi şeyler olmuş sonuçta. Oyun yazarı, aktör ve güzel sanatlar öğretmeni olan Zeami’nin hayatını sevdim de eseri sevemedim.

Puanım: 6/10

İncelememi yayımladığım platform:

17 Beğeni