“Bir gün, Tanrı Aldur bir çocuk kalbi büyüklüğünde, küre şeklinde bir taş aldı ve yaşayan bir ruh haline getirene kadar elinde evirip çevirdi. İnsanların Aldur Taşı dedikleri bu canlı mücevherin gücü çok büyüktü ve Aldur onunla mucizeler yarattı.”
Epik fantezi türünde yazan Amerikalı yazar David Eddings’in “Belgariad Serisi”ni sizler için ben ve içimdeki benler olarak güneşli bir kış sabahında, bir yandan kahvemizi yudumlayıp bir yandan da sayfaları karıştırarak inceledik. Haliyle her kafadan bir ses çıktı… Pek tabii tüm bu seslere kulak vermek zor olacağından makul olan kısımları bir arada toplayarak mümkün olan en kısa şekilde sizlerin beğenisine sunuyorum.
Kimdir bu David Eddings?
İlk kitaplarını genel kurgu(roman) türünde vermiş olmasına rağmen muhtemelen “Ben epik fantezi türünde daha başarılı olurum yahu,” diyerek genel kurguyu terk etmiş ve bizlere bu şahane, tadımlık fantastik kitapları yazmıştır. Peki, böyle bir karar almasına neden olan kimdi? Tabii ki J.R.R Tolkien…
Kendisi 2009 yılının güneşli ve bir o kadar sıcak bir günü olan Haziran’ın ikisinde aramızdan ayrılarak biz sevenlerini ve dostlarını üzmüştür. Dostlarının ve hayranlarının Eddings’e olan sevgilerini aşağıdaki resimde kendiniz de görebilirsiniz.
Bu fotoğrafa bakar bakmaz hemen aklımıza şu soru geliyor: Neden insanlar David Eddings’i bu kadar seviyordu? Burada bizlerin yardımına Eddings’in arkadaşlarının söylemleri koşuveriyor.
Şöyle diyor HarperCollins’deki uzun zamandır birlikte çalıştığı yayıncısı Jane Johnson:
Dünya çapındaki devasa başarısı ve ünü Dave’i hiç değiştirmedi. O başarısı hakkında kendisini daima geri planda tutardı. Bir keresinde “Asla Nobel Edebiyat Ödülü alma tehlikesine düşmeyeceğim, ben bir hikaye anlatıcısıyım, kâhin değil. Sadece iyi bir hikayeye ilgi duyarım,” demişti. Eddings kitap okumayanları kitap okumaya alıştırmaktan her zaman memnun olmuştur. “Bunu belki de hayatımın amacı olarak görüyorum,” demişti 1997’de. “Ben bir veya iki jenerasyona okumayı öğretmek için buradayım. Benimle işleri bittiğinde ve artık onları zorlayıp ilgilerini çekmediğimde, beni bırakıp Homer ya da Milton gibi önemli kişilere geçebilirler.”
Yayıncısının da sözleriyle kendisini daha iyi tanıdığımıza göre artık Belgariad Serisi’nin içeriğine geçebiliriz diye düşündük.
Belgariad Serisi ne anlatır?
Öncelikle burada belirtmek isteriz ki Belgariad Serisi bir büyüme hikâyesidir. Garion’un çocukluktan çıkıp erkekliğe doğru olan yolculuğunda yaşadıklarını, hissettiklerini ve kendisini tanımasını anlatıyor. Pol Teyze’nin Garion’a olan hassasiyeti ve düşkünlüğü, ona sürekli yaşından daha küçük bir çocukmuş gibi davranması başlarda sinir bozucu oluyor hem karakterimiz hem de okuyucu için ama düşündüğümüzde ve kendimizi de olaya dâhil ettiğimizde hepimizin çocukluğunda böyle bir dönemin olduğunu ister istemez kabul ediyoruz. Evet, bizler de büyümek isteyen çocuklardandık fakat ailemiz bizi hep o tatlı ufak çocukları olarak görmek istediler ve bunu bir türlü kabul etmediler.
Garion kendi karmaşık duyguları ile birlikte Pol Teyze, Bay Kurt ve birkaç sadık dost ile birlikte amansız bir maceraya atılıyor. Uzun süreli bir kaçış sürekli eski günlere özlem duymak hasretine dönüşüyor. Eski sakin ve azarlandığı hayatı özlüyor fakat bu özlemin ardında ise alması gereken sorumlulukların korkusu var. O artık büyüdüğünü ve bir erkek olduğunu kabul etmek zorundadır.
Burada romanın biraz daha derinine inelim diyoruz ve bazı ilgi çekici bilgileri verme kararı alıyoruz. Sonra yine buraya döneceğiz.
Tanrılar, Irklar ve diğerleri:
Belgariad serisinde aslında sekiz tanrı bulunmaktadır fakat bunların bir tanesinin yeri oldukça farklıdır. Her bir tanrının kendisine has bir simgesi/totemi bulunmaktadır. Ben bu tanrılardan hepsine değinmeyeceğim. Bir kısmını okurken yaşamanız için eksik bırakacağız.
Tanrı Aldur(Baykuş):
Dünyayı yaratan yedi kardeşten en büyüğüdür. Aynı zamanda kitaplara konu olan Aldur taşının da yaratıcısıdır. Diğer tanrılar gibi kendisine bir ırk yaratmamıştır ve yalnız olmayı seçmiştir fakat Büyücü Belgarath ve Büyücü Polgara gibi bazı öğrencileri olmuştur. Daha çok usta/çırak ilişkisi kurmuştur.
Tanrı Torak(Ejderha):
Habislerin en habisi, kötülüğün babası olan tanrıdır. Tüm tanrılar uyum içinde kendi yarattıkları halkları veya yalnızlıkları ile yaşayıp giderken Tanrı Aldur’un yarattığı Aldur taşının varlığı, Torak’ın içindeki bu habisliğin giderek fokurdamasına ve kendince bir plan yapmasına sebep olur. Kıskanç, fesat, bencil, acımasız olduğu için kendi yarattığı Angarak halkına da sürekli eziyet etmiştir.
Bir gün kardeşi Aldur’un yanına giderek ona “Kardeşim bu taş seni kardeşlerinden ayırıyor, seni delirtiyor onu hepimizin selameti için bana vermelisin,” diyerek almaya çalışmış fakat işler hiç beklediği gibi olmamıştır. Taşın yaradılışı gereğince tamamen saf bir kalbin ona dokunmasına izin vermektedir. Tanrı Torak bu saflığa sahip olmadığından taş onun yüzünün yarısını yakmış ve bu korkunç acı da onun delirmesine neden olmuştur. Bundan sonra da yeniden uyanmak üzere yarı-uyanık bir uykuya yatmıştır. Tabi bu hadiseden sonra “Torak başımıza bela olacak en iyisi biz taşı büyücülere emanet edip çekip gidelim,” diyerek bize okuyacak güzel bir hikaye bırakmışlardır.
Tanrı UI:
Hikâyesi bir harikadır. Kendine ait bir halk istememiş olmasına rağmen sonunda bir halkın ona yalvarmalarına daha fazla kulaklarını kapatamayarak bu halkı kabul etmiştir. Burada fazla bilgi vermek istemem ancak okursanız belki de en çok etkileyici geçmişe sahip tanrılardan biridir. Ayrıca bu halktan bir karakterimiz var ki serinin içinde belki de tepkileriyle en dikkat çekici karakterdir. Arkadaşa dokunmamanız önemle rica olunur. İçimdeki diğer benler bu konuda uyarı yapmamı şiddetle belirttiler.
Tanrı Mara(Yarasa):
Hikâyesi çok acı olan bir tanrıdır kendisi. O kadar çok acı çekmektedir ki ruhu kendi topraklarında sürekli acı feryatlar eşliğinde bağırarak ağlayıp durur.
https://farm8.staticflickr.com/7274/7720189040_a7e566c8a5_b.jpg
Haritamızı da karşımıza aldığımıza göre ırklara ve toplumlara bakabiliriz artık. Hazır mıyız? Çıkarın bakalım büyüteçleri…
Alorn Halkı:
Hikayemizde baş rol oynayan karakterlerimizin de içinden çıktığı bu halk Belar’a tapmaktadır. Haritamızın Kuzeyindeki bölgelere yayılmış olmakla beraber alaycı, pervasız ve iyi savaşçıları barındırırlar. Eskiden tek krallık (Allorya) olsalar bile taşı korumak için dört farklı krallığa bölünmüşlerdir.
Riva Halkı:
Gri ve puslu havasından ödün vermeyen bir ada krallığı olmakla beraber zamanında taşa dokunabildiği için kutsal sayılan Riva Kralı tüm Allorn krallıklarının efendisi olarak kabul edilir. Aslında iyi niyetli olmalarına rağmen biraz soğuk ve içe kapanık bir duruşları yok değil.
Çerek Halkı:
İri yapılı, dayanıklı, sert kışla baş edebilen, güçlü, av ve içkiyi seven bu halk aslında Allorn’ların reisi olmalıydı ama o zamanki durumlar da göz önüne alındığında Riva Kralının üstünlüğünü kabul etmişler. Denizcilikte oldukça gelişmiş olup toprakları Kuzey’de yer almaktadır. (Sol Üst)
Dranisya Halkı:
Zekâyı gücün önünde tutan ve bataklıklarla çevrili bir bölgede yaşayan bir halk. Özellikle casusluk konusunda bir çığır açmışlardır.
Algarya Halkı:
Güney sınırında yaşayan bu halk Murgolara çok yakındır. Murgolara karşı olan acımasızlıklarıyla bilinirler ve at üstünde yaşayan göçebe bir toplumdur.
Angarak Halkı:
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Tanrı Torak’ın halkıdır. Çok fazla krallığa bölünmüşlerdir ve her bir krallık Torak tarafından takdir edilmek için elinden geleni ardına koymamaktadır.
Sendarya:
Birden çok tanrıya aynı anda saygı gösteren daha çok tarıma dayalı bir halk olmakla beraber oldukça pratik ve çok çalışkanlardır.
Aslında daha bahsedilecek çok ırk ve toprak var. Cthol Murgas, Gar og Nadrak, Mishrac ac Thull, Malorya, Grolimler, Arendler, Mimbreliler, Asturyalılar, Erat, Tolnedra halkı, Nyissalılar, Maraglar… Tanrısı olmayan ırklar; Ulgo, Karand, Melcene, Morindim… Pek tabi bunların hepsini söylemeye kalsak burada hepimiz perişan oluruz. Bazı şeyleri de okuyup görmek ve yaşamak gerek arkadaşlar.
Son olarak yukarıdaki mevzuya geri dönelim. Özellikle ana karakterlerin alaycı tavırları, kendi aralarındaki laf çarpmaları, bolca diyalog okunuşu oldukça keyifli bir hale getiriyor. Tanrıların halkları yaratırken beceriksiz davranarak yarattığı bazı çarpık yaratıklar, yılan tanrı İssu’nun yılanlıkları yüzünden Büyücü Polgara’nın “Yetti artık canıma bu tanrı!” diyerek ona bir güzel dersini vermesi de cabası. Unutmadan arkadaşlar serinin bazı noktalarında Zaman Çarkı ile olan bir sürü benzerlik bulabilirsiniz. Aynı zamanda kendisi ağır bir Tolkien hayranı olduğu için Tolkien eserlerinden de benzerlikler yakalayabilirsiniz.
Ayrıca yazarın çevrilmemiş üç tane daha yan kitabı bulunuyor. “Belgarath the Sorcerer, Polgara the Sorcerers, The Rivan Codex.” Bunların dışında serinin devamı niteliğinde başka maceraları anlatan beş kitaplık bir de Malloryan Serisi bulunmakta. Mallorya serisi de Metis Yayınları bünyesinde çıkmaya devam ediyor.
Eh uzun lafın kısası; David Eddings iyidir. Güzel bir hikaye anlatıcısıdır. Kitaplar akıp giderken ne ara koca beş kitabı okuduğunuzu anlamazsınız. Yorucu değildir ve hareketli bir dünyası vardır. Aralarda kafanızı dağıtmak isterseniz ben ve içimdeki diğer benlerin tavsiyesidir. Ha, okunacak bir seri daha çıkarttı Agape başımıza diye linç etmek yok yoksa sizi Polgara’ya şikayet ederim.
Şaka bir yana, eğer buraya kadar okuyabildiysen sana minnettarlığımızı sunmaktan büyük bir şeref duyarız ve aşağıya minik dahi olsa bir yorum bırakırsan (yirmi karakteri unutma ) seni kutsayacağımıza ve evde bir şenlik ateşi yakacağımıza (küçük bir mum ) söz veriyoruz. Başınıza yeni bir seri bulaştırmak üzere sevgiler, hoşça kalın.